29 Haziran 2010 Salı

Ordaydık , sonisphere'in ortasında.

Sonisphere istanbul

İlk stadyum konserimin üstünden tam 17 sene geçmiş . Gardolabımda özenle seçtiğimiz tişörtlerin yerini değişik desenli kravatlar , ayakkabı rengiyle uyumlu kemerler ve hatta bir kaç tane gümüş rengi kol düğmeleri bile doldurmuş halde. Ama hala kasetlerim için 2 raf ayırıyorum , evet hala kaset dinliyorum ve hatta hala güzel bir deck ile sistem kurmayı düşünüyorum.Ve hala müzik hele de büyük bir konser dendi miydi bukalemun misali kabuk değiştiriyorum.Sandıkta özenle saklanan çeyizlik el işlemelerini günyüzüne çıkartan bir anne edasıyla çıkartıyorum kendimi içerden biryerlerden.


Konser ile müziğin çok doğru orantılı olduğunu düşünmüyorum hele de rock konserleri için orda bulunmak , bulunmuş olmak için gitmek daha ağır basıyor sanki. Büyük stad konserlerinde hiç de temiz ve güzel bir sound'a denk gelmedim ama orda çalan insanları görmek güzeldir her zaman. Apartman misali dizilmiş hoparlörlere maruz kalmak zordur , yorucudur insanın kafasını kazan gibi yapar . Güzel müzik dinlemek isteyen gitmesin stadda konsere , dayanabilecek olan gitsin. Bu yüzden birileri ile konsere hele de stad konserine gideceksem önceden mutlaka uyarırım "bak orda şöyle oldu böyle oldu ses rahatsız etti , başım ağrıdı yoruldum falan dinlemem" diye . Ben genellikle erken girip yavaş yavaş , alt gruplar çıkıp indikçe öne doğru ilerler ve esas grup çıktığında ise güzel şöyle hafif çapraz ama önlerde bir yere konuşlanmış olmayı severim. Bu da zahmetlidir biraz . Grupların gaz parçalarındaki dalgalanmaları falan atlatmak , pogo kalabalıklarından zararsızca sıyrılabilmek maharet ister , tecrübe ister.


Sonisphere festivalini duyduğumda oha demiştim ilk olarak , bunca sene envai çeşit ortamda kim kimden daha iyi tartışmaları yaptığımız grupların sırayla istanbulda sahneye çıkacak olması tarif edilemez bir duyguydu. Hayatımızın kaç senesi kantin köşelerinde , dolmuş koltuklarında kalbimizi heavy metal aşkıyla doldurmak için kulağımızda walkman dizimizde doğal baterimizle geçti. Ah o çift krosun bir motor temposunda koşturması , adamı alıp duvara çarpan distorşınla kaplanmış gitar riffleri , hepsi hücrelerimizin duvarlarına öyle yazılmış ki 40'a merdiven dayamışken bile evi barkı ve o dayadığımız merdiveni bırakıp sonisphere'e koştuk.

21 Haziran 2010 Pazartesi

Mahşerin 4 atlısıyla yüzleşirken





Kim verecek bu boyun fıtıklarının hesabını ?

kaldı 5

17 Haziran 2010 Perşembe

hiç bir şey olmamış gibi


Sanki o maç öyle bitmedi , bu kulübün tarihindeki en acılı günlerden birisi daha hiç yaşanmadı. Sanki ne bileyim o stad hiç yakılmamış gibi . O akşam stadın etrafında  yaşananlar hiç olmamış gibi , sanki o takımı ben piç etmişim de şampiyonluğu soytarı bir şekilde kaybetmişim gibi.


16 Haziran 2010 Çarşamba

Linux'un güzelliği

Bir süredir tek bilgisayar kullanımına geçmek için hazırlık yapıyordum . Bunun için işletim sistemi tespitinde Pardus ve Ubuntu arasında gidip gelirken ikisinin de yeni versiyonları çıktı. Haliyle çıktığı gün yeni versiyonlara geçtim.Ubuntu'dan beklentim büyüktü , change is coming falan diye iyi gaza getirdiler ancak son kullanıcının çok dikkatini çekecek bir değişiklik görmedim ben . Geri saym yapıp da değişime insanı hazırlayıp sonra da çok da bariz görünmeyen bir değişimi sunmak biraz hüsrana yol açıyor . Yiğidi öldür hakkını yeme demişler yeni ubuntu'nun kapanış hızına diyecek yok , makina küt diye siyah ekrana düşüyor. Bu olumsuzluklara rağmen yine de tek işletim sistemi olarak Ubuntu altında toparlamaya karar vermiştim taa ki pardus ve xfce ile tanışıncaya kadar. Kde'nin takılmalarından sıkılmaya başlamışken tüm linux maceralarında olduğu gibi "ulan neymiş bu xfce" deyip paketleri yükledim ve açılışta xfce masaüstüne geçtim. Tam istediğim gibi , temiz sade ve kolay bir masaüstüymüş meğer. Neyse bir süre daha bu şekilde 3 işletim sistemi ile devam etmek durumunda kaldım , ubuntu-pardus-windows arasında gidip gelirken dosyalar da dağılmaya ordan oraya geçerken gereksiz kopyalar oluşmaya başlamıştır.


Bu şekilde bir tane işletim sistemi kursam da hepsinden kurtulsam diye günlerimi gecelerimi geçirirken Pardus 2009.2 diye yeni versiyon geldi , yükledim. Hah tamam işte bu denecek bir sürüm olmuş 2009.2 , hızı kararlılığı falan gayet güzel. Hatta kde tarafı bile göz kamaştırıcak şekilde düzgün çalışıyor. İşletim sistemine karar verdikten sonra sıra donanım yükseltmesine gelmişti , çünkü ana işletim sistemi içine sanal makinalar ile kurulumlar yapıp değişik linux dağıtımları denemek istiyordum. Bu yüzden ram ve işlemci takviyesi gerekiyordu. Gel gör ki sessiz olsun diye zamanında seçtiğim küp kasa'nın anakartı en fazla 2 GB ram destekliyormuş. El mecbur kasayı da değiştirdim . Donanım hazır olunca Linux'un en güzel taraflarından birinden faydalandım. Eski bilgisayardan hard diskimi çıkarttım ve yeni bilgisayara taktım. Düğmesine bastım ve pardus 2009.2 karşımda . Ne bir uyumsuzluk ne bir donanım eksikliği , sürücü çakışması falan filan hiç bir şey yok. Sanki hiç bir şey değişmemiş gibi. Kapasite artınca tabii hemen ilk iş sanallaştırmaya koyuldum , sun virtualbox ile gül gibi bir win xp sanal makinam oldu.





Artık gönül rahatlığıyla tüm yedekleri bir yerde toplayıp , ayıklayıp bilgisayar arşivimi güncelleyebilirim. İşim düştüğünde winxp , onun dışında habire pardus. Ve tabii ki sanallaştırma ile diğer linux sürümleri , en çok merak ettiklerim de arch , mandriva, linux mint.

9 Haziran 2010 Çarşamba

dünyanın kupası


Yeryüzünde meşin yuvarlağın peşinden koşmuş hiç bir futbolcu bu kupaya bu kadar yakışmaz .

2 Haziran 2010 Çarşamba

kupanın gerçek sahibi



o kupa en çok yakışan kişinin ellerinde , selam olsun sana damir mrsiç.