23 Aralık 2010 Perşembe

yakışır






















Rekorla bezenmiş bir final four yakışır , hem sana hem de bize. Sonrası allah kerim.

4 Aralık 2010 Cumartesi

İspirtolu kalem ile pilin ömrünü uzatırken

Bu akşam genelde pek yapmadığım şekilde youtube sitesinde eski müzik gruplarının videolarını izlerken aklıma geldi , walkman ve cebimizde , çantamızda bir sürü kaset ile birlikte gezerken yaşadığımız en büyük sorun pilin ömrünün bitmesiydi . Şarjlı pilleri keşfetmemiş veya ekonomik olarak altına girecek kadar kendimizi kalantor hissetmediğimizden olsa gerek 4'lü kalem pil poşetlerini yırtarak pilleri açmaktan büyük zevk alıyorduk(m). Esasında yolda yürürken  walkmanin pili biter veya azalmaya başlarsa yapacak bir şey yoktur , en fazla pilleri üstüne başına sürer veya biraz dişleyerek bir süre daha , en azından şarkı bitene kadar idare etmesini bekleyebilirsin. Önemli olan o duruma gelmeden tedbiri almaktır , bu tedbir de ancak aşağıdaki resimdeki materyal ile olabilir. 
Bir walkman , bir kaset ve bir ispirtolu kalem ( rengi farketmez ) Walkman en çok kasedi ileri-geri sararken enerji harcar. İşte bunun önüne geçmek için bir ispirtolu kalemin eşsiz dostluğundan faydalanıyoruz. Bu dostluk bizi çok zaman 6 lı pil paketleri almaktan kurtarmıştır.
Yukarda behsettiğimiz dostluk kalemin kapağını çıkartıp kasetin sarma makaralarından birine tam olarak yerleştirilmesi ile başlar. Tam olarak oturması lazım ki hızlı çevirmelerde kaset fırlayıp gitmesin. Hangi makaraya kalemin yerleşeceği ve hangi yöne çevirme konusu apayrı bir açıklayıcı yazı gerektirir. Kasetin  A ve B yüzünün hangisi olduğunu bilmek , dinlemek istediğimiz şarkının da kaçıncı sırada olduğunu bu kalemin hangi makaraya yerleşecğine karar verirken bize yardım edecek olan bilgilerdir.

Kalemi düzgünce yerleştirdikten sonra elimizle kalemi tutup , kasedi düzgün şekilde kendi ekseni etrafında tur atacak şekilde çevre şartlarını düzenliyoruz. Aşağıdaki resimde görüleceği gibi kasedin içine yerleşmiş kalemi tek elle tutmak daha makbuldur , iki elle tutmak döndürme aşamasında sıkıntı yaratacaktır.
Bu şekilde kalemden sıkıca kavradığımız kaset için artık beklenen an gelmiştir , walkmanin piline en ufak bir halel getirmeden kendini başa saracak ve istediğimiz şarkıyı tekrar tekrar izlememizi sağlayacaktır (her nekadar bunları bir laptop ile yazsam da yazının içeriğinde ne bilgisayar ne de internetin varlığından haberdar değiliz bu yüzden bir kasette istediğin şarkıyı denk getirmenin ne muazzam bir başarı olduğunu anlatma ihtiyacı duymuyorum)
Aynen yukardaki resimde görüldüğü şekilde kasedi hızlıca kendi ekseni etrafında döndürüp başa sarılmasını sağlıyoruz. Hayatında hiç kaset dinlememiş birisi için başa sarmak deyimi garip kaçmaktadır biliyorum. kısaca izah edecek olursak kasetlerin A ve B olmak üzere iki tarafı vardı , genelde toplam şarkı sayısına göre yarısı A yüzünde yarısı da B yüzünde olurdu. A yüzüne albümün en gaz ve tutacak parçaları konulur B yüzüne ise biraz da kenarda kalmış olanlar konulurdu. CD ile birlikte bu A - B yüzü diye bir kavram kalmamış oldu . Ortalama bir 60 lık kasedi 2 dk. civarında kalemle geri sarabildiğimi hatırlıyorum ama belki daha kısa veya uzun olabilir , ayrıca bundan kime ne nasıl olsa pil ömründen yemiyoruz . Sarma işlemi bittiğinde aşağaki gibi olması lazım kasetimizin.
Örnek için seçtiğim kaset Savatage "Gutter Ballet" , bu kasedi aldığımda daha milenyum devrilmemişti , aykut kocaman hala fenerbahçenin gol yollarında en etkili silahtı  , internet diye bir şeyi duyardık bir de cep telefonlarını takozdan yapıyorlardı henüz. 

O gün bugündür hala saklarım bu kasedi.




rools , fools.



Daha da böylesi gelmedi , gelmez . 80'lerden 90'lara geçtiğimiz , mega bass walkman'in pili bitmesin diye elimizde tükenmez kalemle kasetleri başa aldığımız o acaip dönemlerde çıkmış en sağlam gruplardandı Dr.Skull. Bursa'da Volvox ile verdikleri konser efsanedir , harbiye açıkhavada Pentagram ile verdikleri konsere 5 bine yakın izleyici geldiği söylenirdi bir başka efsane , kült konser de moda sineması konseriydi Dr. Skull'ın çıktığı . Rockncoke gibi armut piş ağzıma düş , her türlü aktivitesi hazır ve nazır konserler değildi onlar , sound check en az 2 saat süren habire yeterli jack bulunmayan veya uzatma kablosu unutulan , patlak monitörlerle duymadan etmeden çalınan konserlerdi . Bugün sonisphere'de en büyük grupları izleyebiliyorsak Dr.Skull ve diğerlerinin o acaip dönemlerdeki konserleri sayesinde olmuştur. 

Evet diyeceğim o ki Dr.Skull tekrar müziğe dönse ve Sonisphere'de Iron Maiden alt grubu olarak çıksa diye bir hayal kurarak yazdım bunları.

1 Aralık 2010 Çarşamba

yapılacaklar #2























-  alex-aykut tartışmalarına girmemek için özel çaba gösterilecek
- fizy.com'da paradise lost şarkıları listeye eklenip , eski tüfek sağlam metalci havası pekiştirilecek
-  bu sene geçen seneden daha çok hamsi yemek için ne gerekiyorsa yapılacak
- delikanlı gibi slackware linux kurulup komut satırından kullanmaya çalışılacak (beceremezsem de canım sağolsun pardus var nede olsa)
- işyerinde oraya buraya habire not alıp düzenli tertipli görünme çabaları bir kenara bırakılacak
- küçük maçların büyük topçusu olunacak
- eş dost sohbetlerinde kullanılmak üzere vikiliks'in bir cia veya mossad kumpası olduğuna dair egzantirik sebepler ve kanıtlar bulunup inanılacak
- kadıköydeki orta dünya dvd dükkanına gidip uzun süredir ihmal ettiğimiz için mahçup tavırlar sergilenecek
- minik prensesi uyuturken çalmak üzere gitar arpeji çalışılacak
- bu sene salon sporlarına ağırlık verilerek 40'ına merdiven dayamış taraftar profili çizilecek
- elden geldiğince her platformda fenerin orta sahasında kanayan yaranın emre'nin oynaması olduğu vurgulanacak

26 Kasım 2010 Cuma

Kızlarının elinden tutabilen babalar ve Alex
























Bir baba için kızının elini tutmak bir kız çocuk için de babasının elini tutmak tarif edilmez bir şeydir. O ufacık elin sıcaklığı , sizin canınızdan kanınızdan olma bir varlık olduğunu hatırlatır daha sıkı tutma isteği uyandırır. 5 senedir kız babası olanlara karşı zaafım var , bir yoldaş bir arkadaş gibi görüyorum hepsini.Hangi sosyal statüde olursak olalım kaderimiz aynı olduğundan belki de , yıllarca gözünden bile sakınıp büyüteceksin ve bir gün senden daha çok sevdiği bir adam bulacak ve onunla birlikte gidecek , işte benim ve alexin ve bir sürü kız babasının kaderi. Akşam akşam twitter'da bir mesajda alexin kızlarıyla çekilmiş fotografını görünce kafama doluştu yine bu saplantılar . Zorlamayla da olsa alex ile bir ortak noktamız var diye sevinsem mi , kız babasının değişmez evrensel yazgısını hatırlamış olmaktan dolayı üzülsem mi karar veremedim. Ama şunu farkettim ki alex bu sene gözüm(üz)e daha bir farklı görünüyor sanki , daha samimi , daha içten daha farklı bir havası var . Bu sene ilk kez bu kadar yedek kalmasından mıdır , ya da sene sonunda ayrılma ihtimalinin her seneden daha fazla olmasından mıdır nedir ayrılık günü yaklaşan iki dost gibi birbirimize daha çok yakınlaşmak için debeleniyoruz ( ya da ben böyle hissediyorum). İtiraf edeyim ben alexi ilk geldiği dönemde hiç sevmemiştim , çünkü alexin gelişi pierre van hoijdonk'un gidişini hızlandırmıştı , oysa ben pierre'in bir efsane gibi bu takımda futbolu bırakmasını ve teknik ekibe geçmesini beklerdim.Aslında alex ve pierre harika bir hücum gücü oluştururdu ama daum dengesizi böyle bir kadro zenginliğini uzun süre hazmedemezdi.Nitekim en fazla 1 sene aynı kadroda yeraldılar ve pierre takımdan ayrıldı meydan alexe kaldı. Çünkü daumun oyun kurgusunda pierre gibi eleştiren saha içi lidere yer yoktu .Evet kendimce kurguladığım bu sebep-sonuç teorisinden dolayı alexi sevemedim uzun süre hatta tüm seviyesizliğimle küçük maçların büyük topçusu koşmayan alex deyimine bile katıldığım oldu . Biraz daha ileri gideyim 3-3lük schalke maçındaki oyunuyla kendisine hayran kaldığım lincoln için keşke alexin yerinde o olsaydı diye iç geçirdiğim bile oldu ( allahtan gs'a geldi de gerçek yüzünü gördük ) . Brezilya çetesi kurup Anelka'ya top oynatmadı diye küfür ettiğim bile oldu.
Ama bu sene farklı işte , sırf şu fotografın hatrına bile kalbimdeki efsane futbolcular dizinine alex için bir klasör açabilirim , ister milyon dolarlık bir şirkette yönetici olsun ister yeşil sahalarda istatistik kralı isterse bir çay ocağında garson ; kızının elinden tutan baba'ya karşı zaafım var . Ben kızımın elinden tuttuğum anı dünyalara değişmem , eminim alex de öyledir .

24 Kasım 2010 Çarşamba

fatih projesini kim işletecek ?
















Fatih ismiyle bir proje varmış , dün 5n1k programındaki tartışmaya denk gelince öğrendim. Biraz internette araştırma yapınca rakamları da görünce aklıma takıldı ister istemez , böyle büyük bir bilişim projesinin , belki de gelecek nesillerin hayati alanı olan bilgisayar teknolojileri konusunda şekillendirici olacak bu projenin enstrümanları ne olacak acaba ? Evet kastettiğim öğrencilere verileceği sözü edilen 570.000 dizüstü bilgisayarın işletim sistemi ne olacak ? Ve bunlara ne kadar lisans parası verilecek ? 1 sene önceki ziyaretinde şurdaki haberde de belirtildiği gibi özellikle milli eğitim ve ulaştırma bakanları ile görüşen Steve Ballmer ( ve tabii ki Bill Gates ) herhalde bu hesapları çoktan yapmıştır.

Devletin kendi kurumu tarafından geliştirilen bir işletim sistemi neden tercih edilmez de bu kadar büyük çaplı bir bedel ödemek tercih edilir ? Türkiyede bilgisayar teknolojileri konusunda bir devrim fırsatıdır bu belki de , eğer ki okul çağlarından itibaren 500.000 çocuk pardus kullanmaya başlarsa bunun adı devrimdir kesinlikle . O devrimi yapacak vizyon nerde ?

22 Kasım 2010 Pazartesi

2999...3000...3001....


















İstatistik hastası değilim , ama sırt da çevirmem . Kritik istatistik anlarında orda o anda bulunmak güzeldir. Kızım doğduğundan beri düzensiz olarak ayak bastığım fenerbahçe stadına sırf 3000. gole tanık olmak için gitmiştim. O golü atmak benim nazarımda 2 kişiye yakışırdı ; geldiği günden beri onca eleştiriye rağmen en faydalı yabancı oyuncu ünvanını elinde tutan ALEX ve yerinde sabır taşı olsa çatlayacak olmasına rağmen hala yedek kalan (ki bu yedeklik onun tüm potansiyelini yedi bitirdi) hatta yedek kulübesinden gol kralı olacak kadar da etkili bir nöbetçi golcü SEMİH. 

Benim gibi pek çok kişinin gönlünden geçen oldu ve 3.000 no'lu gol hanesine Alex yazıldı , biz onu zaten gönüllere çoktan yazıp etrafını kırmızı çerçeveye almıştık bile. Ne güzel yakıştı.

12 Kasım 2010 Cuma

I am free ?!?























know your enemy !

8 Kasım 2010 Pazartesi

Gökhan ortaya






















Sağ bek mevkisi ona dar geliyor , bir kanat oyuncusu kadar hızlı atağa çıkabiliyor , bir orta saha oyuncusu kadar yerinde müdahale yapabiliyor , bir forvet gibi verkaç yapıp adam eksiltebiliyor ama mevkisi sağ bek. Genel anlamda takım oyununa görece az etkisi olabilecek mevkide oynayıp da maça bu kadar etki edebilecek bir seviyede futbol oynamak büyük başarıdır.

Benim aykut hocaya bir tavsiyem var , takımın son maçlarda nispeten daha derli toplu görünmesinin sebebi mehmet topuzun orta sahayı doldurabilecek performansı göstermesidir. Tabii orda emre b. gibi habire yerini kaybeden haybeden hamlelerle kendini sakatlayıp takımın düzenini bozan birisinin olması istikrar kavramından uzaklaştırıyor takımı. Türkiyede başarılı olmanın yolu etkili ve uyumlu stoper ikilisinin yanında iyi alan daraltıp kaptığı topu hızlı hücuma yönlendirebilecek ön libero ikilisinden de geçiyor. Eğer ısrar edilirse ve pozisyon bilgisini geliştirebilirse m. topuz bu ikilinin iyi bir seçimi olabilir. İşte bu ikinci seçim için ben keşke gökhan gönül olsa diyorum , emre b.'dan nesi eksik ? çabukluk mu ? yer tutma mı ? pozisyon bilgisi mi ? bence hiç bir eksiği yok. En büyük artısı da istikrarı emre gibi 3-5 maçta bir takımı eksik bırakma gibi bir durumu yok. Sağ bek  olarak zaten genç okan alkan var . Daha önce zico döneminde bir kaç defa stoper olarak oynamış ve  gayet de güzel götürmüştü orayı , bir selçuktan kötü ön libero olacağını da düşünmüyorum. Tutarsa süper bir kazanç olur takım adına en kritik bölgede en güvenilir adamın var daha ne istersin.

Aykut hoca duy sesimi elini korkak alıştırma en azından şu belalı türkiye kupasında yap bir kaç deneme , okan'ı da bir kere gösterdin çektin ayrıca ondan da rahatsız olduğumuzu bil.

2 Kasım 2010 Salı

Linux'tan


















Ubuntu 11.04 sürümü ile birlikte kendi masaüstünü kullanmaya başlayacakmış , bu hamle gnome'un sonu mu olur yoksa küçülüp Linux camiasındaki sarsılmaz yerini KDE ve xfce'e mi bırakıp gider bilemeyiz ama en sağlam ve en popüler gnomeuyarlaması olan Ubuntu dağıtımlarında varsayılan masaüstü olmamak ciddi bir kayıptır. Bu konuyla ilgili haber ve yorumlar aha da şu sayfada 

Bu arada Ubuntu gnome masaüstünü en azından varsayılan olarak bırakmayı düşünürken yerli dağıtım Pardus sonunda burnundan kıl aldırmaz kullanıcıları memnun edecek şekilde çoklu masaüstü desteği ile çıkabilecek. Bununla ilgili gönüllülerden oluşan bir proje ÇoMaK Pardus dağıtımında sadece kde ile sınırlı kalmamayı sağlayacak , gnome yok diye pardusa burun kıvıranların da bir bahanesi daha silinmiş olacak. Ayrıca Pardusun Linux Journal tarafından dağıtılan ödüllerde 3 dalda ilk beşe girerek adını duyurmuş olması da ayrı bir güzellik. Bu konuyla ilgili  haber de şu sayfada.


23 Ekim 2010 Cumartesi

o sene bu sene şu sene - episode ?















gün gerçek fenerli olma günüdür
kaldı 1.

20 Ekim 2010 Çarşamba

80'leri kovmak





















zenga, gerets, zico, tigana, rijkaard... çocukluğumun rüya takımının kuyruğuna teneke bağlandı resmen. bari schuster'i kovmayın, sakın ha.

twitted by daghan ırak

15 Ekim 2010 Cuma

İşletim Sistemi iadesi de yapılır

İzmir Buca 'da tüketici hakem heyeti işletim sisteminin bilgisayarın ayrılmaz parçası olmadığına karar vererek ücretin iadesine karar vermiş. 

Bu şekilde para iadesi alan kişilerin açıklamaları için http://www.ozgurlukicin.com/forum/diger/15590/?page=3

14 Ekim 2010 Perşembe

Ordaydık

Ordaydık ve bizzat yaşadık... 1-schumacher 2-ismail 3-k.şenol 4-nezihi.....

http://www.facebook.com/video/video.php?v=1684781282644

7 Ekim 2010 Perşembe

dört koldan birden


BASS SOLO from Daniel Picolo on Vimeo.

geceyarısı molası... 00:23

6 Ekim 2010 Çarşamba

neden seçmiyorsun ?
























Evindeki koltuğun rengini seçiyorsun , televizyonun markasını seçiyorsun , asacağın tabloları seçiyorsun , halının desenini seçiyorsun , elektrik süpürgenin emiş gücünü seçiyorsun , çamaşır makinasının program sayısını seçiyorsun , bilgisayarının monitörünün kaç inç olacağını seçiyordun da artık evinin en temel mobilyası / cihazı haline gelmiş bilgisayarını neyin çalıştıracağını neden seçmiyorsun ?

İşletim sistemini kendin seç güzel kardeşim , seç ki senin olsun .

1 Ekim 2010 Cuma

WebP - Yeni resim formatı mı geliyor ?















Google WebP adını verdiği WebM isimli video codec formatını temel alan yeni resim/foto formatını duyurmuş . JPEG ile kıyaslandığında dosya boyutlarında %40'a varan tasarruf sağlanabiliyor bu format sayesinde. Google internet sitelerinin yüklenmesi sırasında kullanılan byte transferinin %65'inin resim ve fotoğraflar tarafından olduğunu ve bunlarda %40 civarında bir tasarrufun web performansından ciddi bir gelişme sağlayacağını düşünüyormuş.

Daha hızlı internet , daha hızlı daha hızlı daha hızlı nereye kadar gidecek bakalım.

28 Eylül 2010 Salı

moby dediyse doğrudur









Büyük müzik adamı Moby twitter'da yazmış "işte bu dünyayı değiştirecek" diye . Link de burda  http://www.sciencedaily.com/releases/2010/09/100927002308.htm . Linki okumaktan üşenecekler için özet geçeyim (!) Yeni Zelanda'da bir üniversiteden 4 fizikçinin oluşturduğu ekip Rubidium 85 denen ve çok hızlı hareket eden nötr atomu izole edip , yakalamayı ve hatta fotoğrafını çekmeyi başarmış ilk defa .Bu da ilerde çok hızlı ve büyük işlem yapma kapasitesine sahip olacak olan quantum bilgisayarları gerçekleştirmenin ilk adımı olabilirmiş.

Yani kısacası o bilim kurgu filmlerindeki her şey gerçek olacak , terminatör bile. Moby entellektüel adamdır , o dediyse doğrudur.

27 Eylül 2010 Pazartesi

aykut hoca'ya sorular #1


















Bu adama futbolcu diye 45 dakika nasıl dayandın ?

tekrar ali sami yen

















Fenerbahçe taraftarı olarak galiba son kez Ali Sami Yen stadına maça gidiyoruz. Normal şartlarda ezeli rakibin stadı olmasından dolayı zerre umursamamak lazım ama istanbulun futbol tarihi biraz değişik cereyan ettiği için Fenerbahçe stadı hariç diğer stadlar uzun seneler boyunca hep ortak kullanıma açık olmuş. Bir de yarı-yarıya veya gücü yeten stadı doldurur dönemlerinde büyük üstünlüğü olan Fenerbahçeliler için suyun karşı tarafındaki 2 stad İnönü ve ASY önemli anılarla doludur. Her ne kadar benim için izlediğim ilk Fenerbahçe ve derbi maçının oynandığı stad olan İnönü daha özel olsa da ASY stadının da hakkını vermek lazım.

Bugün futbolseverlik görevimiz icabı mecidiyeköy ziyaretimizi yapacağız. Takım ve futbol hakkında fikir yürütmenin gereği yok , stoch gol atsın yeter.

16 Eylül 2010 Perşembe

takip etmek lazım

Özgürlük İçin : Pardus kullanıcıları için Özgürlük için ekibi tarafından hazırlanan bir e-dergi . Sayı 25'e ulaşmış durumda . http://www.ozgurlukicin.com/e-dergi/


SUDO : Ubuntu-tr kullanıcıları tarafından hazırlanan bir e-dergi . Sayı 22'ye ulaşmış durumda . http://sudo.ubuntu-tr.net/

eniXma : Başta GNU/Linux olmak üzere özgür işletim sistemleri ve programları için bilgi paylaşım aracı olarak tanımlıyorlar kendilerini . Sayı 47'ye ulaşmış durumda . http://www.enixma.org/

Pardus-eDergi : Başka bir Pardus e-dergisi . Pardus-Linux.org sitesi tarafından hazırlanıyor. Sayı 23'e ulaşmış durumda . http://www.pardus-edergi.org/

ROOT : Ubuntu'dan türetilmiş Linux dağıtımı Mint için türkiye kullanıcıları tarafından hazırlanan bir e-dergi. Diğerlerine göre oldukça yeni henüz 3. sayıdalar. http://root.linuxmint.org.tr/

11 Eylül 2010 Cumartesi

kuliç aşkına



The New york Times şu sayfada belirtmiş Türkiye'de basketbol sevgisinin Beyaz Gölge ile patladığını , katılmamak elde değil. Bir zamanlar bu ülkede mahalledeki uzun boylu insanların "sırık" , "uzun" , "fasulye" gibi lakaplarına "kuliç" de eklenmişti . Bir kaç saat sonra dünya şampiyonasında yarı final oynayacak Türk Milli Takımı rakip de bu Beyaz Gölge efsanesinin kol gezdiği dönemlerde Balkan Şampiyonu olduğumuz zaman yendiğimiz basketbol ülkesi Yugoslavya'nın mirasçısı Sırbistan. Eğer geçersek büyük ihtimalle rakip ABD olacak. İşte biz Beyaz Gölge ile basketbolu öğrenirken bir gün gelip de rakip olacağımız aklımızın ucundan bile geçmeyen ABD . 

Finale çıkalım da orda kaybetsek de olur . Maça son 1,5 saat.

* Kuliç , resimde ayakta soldan ikinci uzun boylu olan.

* NTV adam olsun dünya şampiyonası bitince Beyaz Gölge'yi yayınlasın cnbc-e'de orjinal , altyazılı.

7 Eylül 2010 Salı

gerçek sezon açılışı

Sensiz geçen yaz aylarına lanet olsun...

6 Eylül 2010 Pazartesi

you too



Dunya Bono gibi "hesapta" bir aktivistin bile bir takiyyeci karsisinda el pence divan durabildigi kadar gotu basi oynayan bir gezegendir / zoban

4 Eylül 2010 Cumartesi

Haberci

Alt yazıda "Postacı" diye çevirmişler , güzel bir savaş filmi. Savaş filmi deyince ille de kopan kollar , patlayan bombalar ve silahlar olmak zorunda değil sonuçta izleyiciye "savaş" kelimesinin rahatsız edici birşeyler ifade ettiğini hatırlatması yeterli bence. Hatta biraz daha ileri gidip insanların günlük hayatlarının dışında bambaşka bir boyutta devam eden savaşın ve onun getirdiklerinin en başta da ölümün ne kadar güçlü ve acı verici olduğunu hissettirmesi onun iyi bir savaş filmi olması için yeterlidir.

Çocukluğumuzdan beri gözümüzün içine vietnam sendromu içinde kıvranan amerikan askerlerinin halini sokan savaş filmleri izledik. Artık vietnam değil ırak sendromuyla bezenmiş filmlerin sırası geldi de geçiyor bile. The Messenger da ırak savaşında hayatını kaybeden askerlerin ailelerine bilgi verilmesi ile ilgili .  Hiç savaşmamış ama kendini savaşmış gibi gösteren ve prosedürlere taparcasına bağlı bir asker ile kahramanlık mertebesine ulaşmış ve buraya ulaşırken de sağlığını feda etmiş bir askerin bir ekip olarak bu habercilik görevini yerine getirmesi üzerine işleniyor film. Konusu güzel seçilmiş , bana Nefes filminin son sahnesini hatırlattı ; askeri lojmanlara giren resmi araba ve inen komutanın ağır ağır merdiven çıktığı  ve ölüm haberini ilettiği sahne.Filmin işleyişi de güzel , zaten sundance ve berlin festivallerinde aldıkları ödüller başarılı bir çalışma olduğunun göstergesi.

Çalıştığım sektör ve iş gereği ölüm ile çok yakınım , hemen her hafta 3-4 tane ölüm evrakını imzalıyorum . Önceden yakını ölmüş insanlardan para bile istiyordum , 2 saat önce babasını kaybetmiş bir aileyi karşıma alıp "başınız sağolsun 1,5 milyar borcunuz var" diyordum ya da demeye çalışıyordum Aynen bu filmdeki acemi asker gibi kelimeler boğazıma takılır , yutkunmaktan ses çıkartamazdım. Bir kaç dakika içinde aileden birisinin isyan edip "ne parası kardeşim bizim canımız gitmiş siz neyin derdindesiniz?" diye ortalığı alevlendirmesin diye cümleleri uzatmaya çalışır ama dönüp dolaşıp aynı kelimelere takılırdım , göz göze gelmemek için masadaki defterin çizgilerine bakar yada yerdeki parkenin desenlerinin üstünden giderdim.Allahtan ölüm haberini veren kişi olmadım hiç , hepsinin karşısına geçtiğimde ilk şoku atlatmış oluyorlardı , o ilk şok halinde bulunmak istemem umarım böyle bir şeye de mecbur kalmam.

2 Eylül 2010 Perşembe

Dikkat evinize Yahoyt girebilir !

Aklı fikri teknolojide olduğundan galiba bazen yönünü şaşırıp insanların evine , odasına kadar dalabiliyor artık siteler , kendisi girmese bile ufak casuslar gönderiyor sonra onlardan topladığı bilgileri cümle aleme ifşa ediyorlar.

Yahoyt  genel anlamda sevdiğim bir site , ama en son Linux hala dipten yüzüyor  haberinde tutup da "...Fakat konu Linux savunmaya gelince aslan kesilenler bile evlerinde gizli gizli Windows kullanıyorlar..." diye yazmaları hiç yakışmadı . Kimin evine girdiniz de gördünüz gizli gizli windows kullandığını ? ayrıca linuxu savunmak ile windows kullanmamak iki ayrı uç nokta mıdır ? Bir insan hem linux hem windows kullanamaz mı ? Linux felsefesinin büyük pazar paylarına erişmek gibi derdi olmadığını bilmeyenler için büyük sorun windowsun ezici üstünlüğü ama sevdiği ve istediği için linux tercih edenler için çok da büyük dert değil.

31 Ağustos 2010 Salı

28 Ağustos 2010 Cumartesi

taşınmak

tebdili mekanda ferahlık vardır demiş atalarımız , biraz da zorunluluktan blogspot altyapısına geçmiş gibi duruyoruz .

23 Ağustos 2010 Pazartesi

gel değişelim

Sitenin veritabanı şifreleri dağıtınca zorunlu ara vermek zorunda kaldım , bu kadar üstünkörü tutulan bir blog olmasına rağmen onu bile kaybetmek insanı rahatsız ediyormuş kimbilir günde binlerce kişinin ziyaret ettiği bir site olsa ne yapar insan. Veritabanı şifrelerini kaybetmişken yeni bir şifrem oldu digiturkwebtv.com.tr adresinde . Bütün lig maçlarını komple paket olarak alıp web üzerinden izleyebiliyoruz , 2 maç izledim performans iyi ama bir gs veya bjk maçında bekleneni veremeyebilir bu sistem. Neyse fb-ts maçına giriş yapmadan önce bu kadar dolanmaya gerek yok aslında , benim için bu işin güzel tarafı evde laptop ile balkonda keyif çatarak , yeşil çay yudumlayarak maçları izleme şansım olacak bu sene bolca da yorumlama tabii ki.


  Rıdvan Dilmen "fenerbahçe de değişim başladı" diye bir cümle kurmuş , biraz fazla heyecanlı ve acele kurulmuş bir söylem geldi bana. Gerçekten bir değişim mi var ? yoksa "ya tutarsa"ya dayanan bir deneme yanılma çabaları mı ? Değişimi sadece oyuncu dizilişlerinde mi aramak lazım çünkü trabzon maçının ilk yarısındaki kadro geçen seneki oyuncuların aynısıydı yoksa takıma ve oyuna bakış açıları mı değişiyor tüm topçuların . Çok iddialı bir kelime değişim , hele de fenerbahçe gibi dalgalanmaya doğuştan meyilli bir camia'da kullanmadan önce kırk defa düşünülmesi gereken bir kelime değişim.

Değişim ile ilgili söyleyeceklerimizi saklı tutarak bu maça geçelim ; kadroyu ilk gördüğümde aykut hoca trabzonun orta sahasının çok etkin olacağını tahmin etmiş ve buna karşılık koşan , mücadeleci ve defansif özellikleri olanlardan kurulu bir orta saha ile bu etkinliğini azaltmayı düşünmüş dedim. Bu özelliklere uymayan efsane kaptan Alex böylelikle yedeğe çekilmiş oldu aslında bu bile yukarda bahsettiğimiz "değişim" çabalarının yeterli göstergesi sayılabilir aykut hoca için ama o kadar kolay değil bu iş. Gitsin kalsın nöbetçi olsun olmasın tartışmaları içinde futbol hayatı heba olan Semih'i de yeni transfer Niang ile birlikte ileri koyarak topu rakip yarı alanda daha fazla tutmak böylelikle daha çok hücumdaymış görüntüsü çizmek istemiş gibi görünüyordu. Her türlü taktik ve planı yerle bir edecek şekilde ilk 20 dk. da 2-0 geriye düşülmesi tabii ki aykut hocayı haksız konuma düşürdü. Semihin kendinden beklenmeyecek derecede hızlı ve düzgün top çevirmesi ile bulunan 1 gol umut ışığı oluyordu ki klasik türk usulü yan top pozisyonunda adam paylaşma beceriksizliğinden yenilen 3. gol yine aykut hocayı alıp karanlık kuyuların başına getirdi , yattara'nın başını çektiği trabzon forvetleri biraz daha acımasız olsaydı aykut hoca şimdi o karanlık kuyuların dibinde paok maçında alınacak süpriz bir galibiyet için dua ediyor olurdu . Hep ilk 11 hayali kurup da sonunda az buçuk da olsa ilk 11 istikrarı yakalarken sakatlanıp çıkmak Semih için ne kadar acı ise , Stoch ile derlenip toparlanan Fenerbahçe için o kadar iyi idi. Nitekim Stoch biz bir takım Fenerbahçelilerin yıllardır hayalini kurduğu , topu aldı mı doğru kaleye gidecek giderken de aralara dalıp dalıp rakip defansı sersemletecek bir "pırpır" oyuncu modeliydi ve beklentileri boşa çıkarmayacaktı. Güzel bir assist ile benim hala nasıl bu kadar şişirildiğini anlayamadığım m. topuzun skoru 3-2 ye getirmesini sağladı. Tabii bu "kardeşim Stoch her türlü ilk 11 başlar bu kadar" diye fırsat bekleyenlerin ekmeğine yağ sürmüş oldu. İlk yarının sonlarına bakıp ikinci yarı Fenerbahçenin bu maçı ikinci yarı lehine çevirebileceği söylenebilirdi ama ikinci yarı yine fırtına gibi bir Trabzon karşısında daha şanslı bir Fenerbahçe vardı . İlk yarıda olmayan pozisyonlardan yenen gollere karşılık ikinci yarı en net pozisyonlardan bir gol çıkmaması en kolay yoldan "şans" ile açıklanabilir. Çok kolay çalınmış bir penaltı ve onun da gayet güzel kurtarılmasını dışarda tutabiliriz. Maç 3-3 de bitebilirdi 6-2 de , her türlü sonuç makul görünecekti sonuçta pek alışılmadık derecede hareketli ve tempolu bir maçı kimse beklemiyordu ve umduğundan çok çıktığı için kimse bulduğuna itiraz etmezdi herhalde.

Tekrar değişime dönecek olursak , en basitinden bir işyerinde bir şeyleri değiştirmek zordur hele de orası senelerdir aynı işi yapan bir sürü kişiyle doluysa ve siz gelip o kişilere bundan sonra işleri şöyle yapmamız lazım derseniz varsa içlerinden en açık sözlüsü büyük ihtimalle size şunu soracaktır "ne gerek var ?" . Dışardan baktığınızda Fenerbahçe geçen sene şampiyonluğu karış farkıyla kaybetmiş bir takımdır en yakın rakibine 10 puan fark atmıştır , göreceli olarak başarılı sayılabilecek bir durumdadır , bu sene yine aynı tempoyu tuttursa ve biraz daha dikkatli olsa geçen sene karış farkıyla kaçan şampiyonluk pekala gelebilir , peki o zaman bu değişime ne gerek var ? Aykut hoca gereğinden fazla büyük bir işin altına girdi , daumun aldığı paranın 3'te 1'ine onun aldığı riskin 3 katını alıyor. İlk önce bütün bir camiayı olmasa bile bazı kesimleri "değişim" gerektiğine inandırmalı sonra da bu sürede kaybetmenin normal olduğuna .

Normal doğum çok sancılıdır ama sağlıklıdır , sezeryan en kısa yoldan olanıdır. Fenerbahçe sezeryan doğumların kulübüdür , ağrı eşiği düşüktür sancıya gelemez keser atar.

6 Ağustos 2010 Cuma

wait for me moby





bir cumartesi sabahı , moby ile .



5 Ağustos 2010 Perşembe

mavi hap kırmızı hap


Gün bugündür , 12 eylül referandumundan bile daha çetrefilli ve gönül dağlayıcı bir seçimdir bu . 2 sevdiğin var , gönlünün kıyısında yer ayırdığın şimdi ikisini birden ya çöpe atacak ya da birini seçeceksin. Futbol medyasının önümüzdeki günlerde milyonlarca Fenerbahçeli'ye servis edeceği iki renkli hap , Alex mi ? Aykut mu ? herkes kendi Matrixini yaşasın bakalım . Young Boys maçını izlediğim kahvede arkamdaki adam 45 dakika boyunca "alexsiz olur mu be , çıkacak adam mı alex ya" diye  söylenip durmasından tırsmıştım çünkü o kahve gibi onbinlerce kahve ve her birinin içinde futbol medyasının zihniyet temelini oluşturan yüzbinlerce söylenen adam var. Stada gelen homurdanma makinalarını saymıyorum bile.


Daha önce defalarca alex koşmuyor , takımı 1 kişi eksik bırakıyor diye yazıp çizenler önümüze alex'in istatistiklerini koyacaklar üstüne de türkiye'ye gelmiş en faydalı yabancı oyuncu sosu döküp süsleyecekler ve karşılığında da aykut kocaman'ın hocalık kariyerinin aslında fenerbahçe için yeterli olmadığını , yıldız futbolcuları idare edecek karizmasının olmadığını ve cesur kararlar veremediğini öne sürecekler. Cesur karar almanın alex'i oyundan çıkarmak olmadığını bunun takımın dengelerini bozduğunu ve en büyük zararın da aykut kocamanın kendisinin çekeceğini falan söyleyecekler. Bunların üstüne takımdaki karaktersiz topçuların iki adım önündeki topa girmeyip kıçını başını sallayarak sahada gezinmeleri de eklenince gelecek bir kaç mağlubiyet ile içtiğimiz hap midemize oturacak. Aykut Kocaman'a bir elveda selamı çakan fenerbahçe taraftarı yeni disiplinli(!) hoca ile güzel skorlara yelken açacak , gemiyi hiç terketmeyen kaptanı(!) ile.


Bu olasılığı çok yüksek olan senaryo , ihtimali düşük de olsa başka bir senaryo  da var . Onu biraz daha saklayıp olur da bir mucize olursa "şerrefsizim ben düşündüydüm aha taslak olarak yazı bile yazdıydım" demek için kenara koyuyorum.

29 Temmuz 2010 Perşembe

Nasıl olacak ki ?


Eski avrupa maçlarına benzedi dünkü maç , rakip sağdan soldan ortadan tepeden her yerden saldırır 3-4 tane atınca da rahatlar yedekleri sokar onlarda bir hınçla ataklara katılır ama ilahlar korurdu kalemizi. Dün de ilahlık rolüne soyunan volkan vardı , penaltıyı da çıkartsa bir tane de isviçre panterimiz olurdu. 2 tane çok iyi onun dışında çok kötü 9 tane adam vardı sahada. Aykut hocanın işi zor , çok zor nerden tutsan elinde kalıyor takım . Ama buna rağmen yine de avrupa kupalarında deplasmanda kaybetmeme serisine devam etti hatta o dandik penaltı olmasaydı galip bile gelebilirdi , evet burda bir takım kötü oynadığı maçları bile kazanabiliyorsa... diye başlayan klişeyi yerleştirebiliriz ama tam oturmaz . Takımın hücum gücü iyi bence , Stoch üstüne bu sene en az 3-5 yazı yazdırıcak kalitede ve etkide biri gibi duruyor. Dia da aynı etkiyi yapacaktır ve ben genel kanının aksine hücuma yönelik oyunda hızlı ataklarda Alexin çok daha etkili olabileceğini düşünüyorum. Strese girmediği zamanlarda hemen her takıma karşı mutlaka golü bulacaktır Fenerbahçe , ancak golü attıktan sonra ortayı ve arkayı nasıl dolduracak o sorun. Mecburiyetten dolayı 10 kişi kalınca takım savunması psikolojik olarak yerleşiyor ve görece başarılı olabiliyor takım ama 11-11 olduğunda daha çok hücum yapma ihtiyacı hissettiğinde işler kötü çünkü hücum ile defans arasında koca bir tarla kadar boşluk oluyor , burayı dolduracak kapasitede bir aurelio-appiah ikilisi yaratılmadığı sürece bol gollü maçlara tanık oluruz.


Emre sakat olmadığı sürece takımdan kesilmesinin teknik ve taktik olarak mümkünatı yok o zaman emre'nin sağına veya soluna artık neresine yerleşecekse sağlam bir dinamo koymak lazım eldeki kadroda böyle biri çıkar mı ? Zor dostum zor şarkısını playlist'e alıyoruz hemen . Defans Lugano ve G.Gönül dışında elle tutulur bir tarafı olmayan yapısıyla fazlasıyla heyecanlandırıyor insanı , young boys maçı çok güzel bir örnek oldu bu heyecana ama bir sezon çekilecek türden değil bu evde parçalayacak yastık kalmaz yoksa devre arasına kadar. Defans yapmayı gerek fiziksel gerekse mental açıdan beceremeyen bir futbol kültürümüz olduğu için bizim ligimizde biraz sağlam ön liberolar ve onların arkasında savrulmayan stoperleri denkleştiren her takım şampiyonluğa uzanabiliyor , Fenerbahçe şu an itibariyle arkası sağlam bir takım olmaktan fersah fersah uzak , sadece Lugano ve G.Gönül ile çözülecek türden  bir sorun da değil ; aurelio'dan beri ortadaki tarlayı ekip biçecek adam kadrosunu tam anlamıyla dolduramıyorlar . Bu alan gerektiği gibi dolmayınca defans en kral stoperler ile dolu olsa misal lugano-terry gibi akıllara zarar bir ikili oluşturmuş olsa bile  kevgire dönme ihtimali oldukça yüksek oluyor .


Evet kilit adam rolünü yine hiç sevmediğim halde emre b.'ye biçmek zorundayım ve bütün karın ağrım bu yüzdendir. Bakalım aykut hoca'nın mülayim duruşu mahallenin şımarık çocuğu modelindeki emre b.'yi yola getirip istikrarlı ve verimli bir ön libero haline getirecek mi ? hatta bununla yetinmeyip yardımlaşması ve takım oyunu mantalitesini geliştirip yanına gelecek vasatın biraz üstü m.topuz veya selçuk gibi oyuncuları basamak atlatacak mı ? ve en önemlisi de emre b.'nin yükselişi ile birlikte fenerbahçe diyelim ki şampiyonlar liginde gruplara kalırsa , hadi biraz daha abartalım gruptan çıkarsa falan tribünde mesela ben emre'ye tezahürat edecek miyim ? Yazıyı ister istemez emre eksenine kaydırdım ama emre ve yanındaki adam her maç 3 kişilik top oynamadığı sürece takım tel tel dökülecek , volkan -biraz da mecburiyetten- en iyi sezonlarından birini geçirecek , alexin takımı eksik bıraktığı tartışmaları iyice alevlenip belki de yedeğe çekilmesi gerekecek , takım kötü giderse lugano sezon ortasında kapağı başka bir takıma armak için figerin fitilini ateşleyecek , taraftar selçuk , bekir ve bilicaya saydırmaktan arta kalan vaktinde Stoch için pankartlar açacak ( dia da bu kontenjana adaydır ). Aykut hoca da öğütme makinemizin nadide dişlileri arasından kurtarabildikleri ile tanıl bora deyimiyle bir başaltı takıma zıplayacağı zamanı kollayacak. diyorum evet.

27 Temmuz 2010 Salı

cimnastik ile spora adım adım


bugün kızımla spora ile adımı attık , nerdeyse 1 senedir bekliyorduk . Geçen yıl cimnastik federasyonu ile görüştüğümde 5 yaşından önce pek uygun değil cevabını alınca bekleyelim bakalım demiştim. Zamanı geldi diyerekten federasyon ile görüşüp kursa başladık , bugün de ilk idmana gittik. Okuldayken voleybol basket maçlarına falan gittiğimizde oyuncuların ailelerini görünce imrenirdim ne ben sporcu olabilmiştim ne de ailenin spora bir ilgisi olmuştu , seneler sonra kendi kızımla birlikte artık tribünde oturan bir sporcu yakını sınıfına girmiş oldum , bakalım bu yolun sonunda olimpiyatlarda madalya töreninde gözyaşlarına hakim olamadığı için kameraların zoomladığı baba modeline mi çıkacak yoksa eş dost sohbetlerinde "biz de zorladık ama bizim çocuk kalas gibi sporu beceremiyor" diye geçiştiren baba modeline mi ?


bu arada cimnastik federasyonunun kapalı spor salonu olarak istanbul ili içinde sadece kartal'da tesisi varmış , bütün sporların atasını yapmak isteseniz istanbulda salon yok.

16 Temmuz 2010 Cuma

badavut'ta bir yağmur damlası


Yine arayı açmışım farketmedim bile ,  kızımla bütün kış hayalini kurduğumuz tatile gitme arefesinde bir sürü şey karambole gelmiş .


*En basitinden koca bir dünya kupası geldi geçti , gündüz maçlarını izleyemedim genellikle akşamları oynanan özellikle de çeyrek final ve üstü maçları izledim ve bir futbolsever olduğum için kendime teşekkür ettim . Forlan desem yeter.


*Yine bu karambolde fenerbahçe'de kocaman umutlar , kocaman hedefler vb. kocaman sıfatlı başlıklar altında aykut kocaman teknik direktörlüğe geldi. Hep hayalimdi , bir sürü fenerlinin de hayaliydi ama böyle acaip bir sezonun sonrasında değildi , bu güdük yönetimin altında değildi. En dibe vursaydık mesela küme düşmenin eşiğinden dönsek de maça gelecek 3-5 bin kişi kalmasa ortada işte o zaman gelseydi aykut kocaman takımın başına hayallere daha uygun düşerdi sanki.


*Pardus güzel güncellemeler çıkardı , çeviri veya belge yazma ile pardusa gönüllü destek verme konusunda giderek daha da artan bir heves kabarıyor içimde hadi bakalım hayırlısı.Pardus 2011'de daha aktif olacağım söz veriyorum.


*Feribot hariç 6,5 saat araba sürdüm , volkswagen çok güzel araba yapıyor bir kere belirtmek lazım. Bu ülkedeki bu trafik cahili insanlara da bu arabalar fazla bence , ne sollamayı ne tabela okumayı bilmeyen insanlarla aynı yollarda gitmek intihara eşdeğer.


*Massive Attack gelmiş gitmiş yine sektirdik  45 yaşına gelmeden massive attack konserine gitmeliyim , kariyerimdeki en önemli basamklardan birisi budur aha da paylaştım internette.


*Bize istanbul'da domates diye saman satıyorlarmış , bir de nem oranı düşük olan yerde terlemeden gezmek ne güzelmiş ( bkz. üstteki foto ve çekildiği yer olan sarımsaklı sahili)


* Şekeri yükseltmemenin formulünü buldum ama emekli olmadan veya lotodan parayı vurmadan uygulamam çok zor. O zamana kadar dayanın iç organlarım.


*Karma police arrest this girl


*This is what you get


*Josef K. , bu tatilin kahramanı.

29 Haziran 2010 Salı

Ordaydık , sonisphere'in ortasında.

Sonisphere istanbul

İlk stadyum konserimin üstünden tam 17 sene geçmiş . Gardolabımda özenle seçtiğimiz tişörtlerin yerini değişik desenli kravatlar , ayakkabı rengiyle uyumlu kemerler ve hatta bir kaç tane gümüş rengi kol düğmeleri bile doldurmuş halde. Ama hala kasetlerim için 2 raf ayırıyorum , evet hala kaset dinliyorum ve hatta hala güzel bir deck ile sistem kurmayı düşünüyorum.Ve hala müzik hele de büyük bir konser dendi miydi bukalemun misali kabuk değiştiriyorum.Sandıkta özenle saklanan çeyizlik el işlemelerini günyüzüne çıkartan bir anne edasıyla çıkartıyorum kendimi içerden biryerlerden.


Konser ile müziğin çok doğru orantılı olduğunu düşünmüyorum hele de rock konserleri için orda bulunmak , bulunmuş olmak için gitmek daha ağır basıyor sanki. Büyük stad konserlerinde hiç de temiz ve güzel bir sound'a denk gelmedim ama orda çalan insanları görmek güzeldir her zaman. Apartman misali dizilmiş hoparlörlere maruz kalmak zordur , yorucudur insanın kafasını kazan gibi yapar . Güzel müzik dinlemek isteyen gitmesin stadda konsere , dayanabilecek olan gitsin. Bu yüzden birileri ile konsere hele de stad konserine gideceksem önceden mutlaka uyarırım "bak orda şöyle oldu böyle oldu ses rahatsız etti , başım ağrıdı yoruldum falan dinlemem" diye . Ben genellikle erken girip yavaş yavaş , alt gruplar çıkıp indikçe öne doğru ilerler ve esas grup çıktığında ise güzel şöyle hafif çapraz ama önlerde bir yere konuşlanmış olmayı severim. Bu da zahmetlidir biraz . Grupların gaz parçalarındaki dalgalanmaları falan atlatmak , pogo kalabalıklarından zararsızca sıyrılabilmek maharet ister , tecrübe ister.


Sonisphere festivalini duyduğumda oha demiştim ilk olarak , bunca sene envai çeşit ortamda kim kimden daha iyi tartışmaları yaptığımız grupların sırayla istanbulda sahneye çıkacak olması tarif edilemez bir duyguydu. Hayatımızın kaç senesi kantin köşelerinde , dolmuş koltuklarında kalbimizi heavy metal aşkıyla doldurmak için kulağımızda walkman dizimizde doğal baterimizle geçti. Ah o çift krosun bir motor temposunda koşturması , adamı alıp duvara çarpan distorşınla kaplanmış gitar riffleri , hepsi hücrelerimizin duvarlarına öyle yazılmış ki 40'a merdiven dayamışken bile evi barkı ve o dayadığımız merdiveni bırakıp sonisphere'e koştuk.

21 Haziran 2010 Pazartesi

Mahşerin 4 atlısıyla yüzleşirken





Kim verecek bu boyun fıtıklarının hesabını ?

kaldı 5

17 Haziran 2010 Perşembe

hiç bir şey olmamış gibi


Sanki o maç öyle bitmedi , bu kulübün tarihindeki en acılı günlerden birisi daha hiç yaşanmadı. Sanki ne bileyim o stad hiç yakılmamış gibi . O akşam stadın etrafında  yaşananlar hiç olmamış gibi , sanki o takımı ben piç etmişim de şampiyonluğu soytarı bir şekilde kaybetmişim gibi.


16 Haziran 2010 Çarşamba

Linux'un güzelliği

Bir süredir tek bilgisayar kullanımına geçmek için hazırlık yapıyordum . Bunun için işletim sistemi tespitinde Pardus ve Ubuntu arasında gidip gelirken ikisinin de yeni versiyonları çıktı. Haliyle çıktığı gün yeni versiyonlara geçtim.Ubuntu'dan beklentim büyüktü , change is coming falan diye iyi gaza getirdiler ancak son kullanıcının çok dikkatini çekecek bir değişiklik görmedim ben . Geri saym yapıp da değişime insanı hazırlayıp sonra da çok da bariz görünmeyen bir değişimi sunmak biraz hüsrana yol açıyor . Yiğidi öldür hakkını yeme demişler yeni ubuntu'nun kapanış hızına diyecek yok , makina küt diye siyah ekrana düşüyor. Bu olumsuzluklara rağmen yine de tek işletim sistemi olarak Ubuntu altında toparlamaya karar vermiştim taa ki pardus ve xfce ile tanışıncaya kadar. Kde'nin takılmalarından sıkılmaya başlamışken tüm linux maceralarında olduğu gibi "ulan neymiş bu xfce" deyip paketleri yükledim ve açılışta xfce masaüstüne geçtim. Tam istediğim gibi , temiz sade ve kolay bir masaüstüymüş meğer. Neyse bir süre daha bu şekilde 3 işletim sistemi ile devam etmek durumunda kaldım , ubuntu-pardus-windows arasında gidip gelirken dosyalar da dağılmaya ordan oraya geçerken gereksiz kopyalar oluşmaya başlamıştır.


Bu şekilde bir tane işletim sistemi kursam da hepsinden kurtulsam diye günlerimi gecelerimi geçirirken Pardus 2009.2 diye yeni versiyon geldi , yükledim. Hah tamam işte bu denecek bir sürüm olmuş 2009.2 , hızı kararlılığı falan gayet güzel. Hatta kde tarafı bile göz kamaştırıcak şekilde düzgün çalışıyor. İşletim sistemine karar verdikten sonra sıra donanım yükseltmesine gelmişti , çünkü ana işletim sistemi içine sanal makinalar ile kurulumlar yapıp değişik linux dağıtımları denemek istiyordum. Bu yüzden ram ve işlemci takviyesi gerekiyordu. Gel gör ki sessiz olsun diye zamanında seçtiğim küp kasa'nın anakartı en fazla 2 GB ram destekliyormuş. El mecbur kasayı da değiştirdim . Donanım hazır olunca Linux'un en güzel taraflarından birinden faydalandım. Eski bilgisayardan hard diskimi çıkarttım ve yeni bilgisayara taktım. Düğmesine bastım ve pardus 2009.2 karşımda . Ne bir uyumsuzluk ne bir donanım eksikliği , sürücü çakışması falan filan hiç bir şey yok. Sanki hiç bir şey değişmemiş gibi. Kapasite artınca tabii hemen ilk iş sanallaştırmaya koyuldum , sun virtualbox ile gül gibi bir win xp sanal makinam oldu.





Artık gönül rahatlığıyla tüm yedekleri bir yerde toplayıp , ayıklayıp bilgisayar arşivimi güncelleyebilirim. İşim düştüğünde winxp , onun dışında habire pardus. Ve tabii ki sanallaştırma ile diğer linux sürümleri , en çok merak ettiklerim de arch , mandriva, linux mint.

9 Haziran 2010 Çarşamba

dünyanın kupası


Yeryüzünde meşin yuvarlağın peşinden koşmuş hiç bir futbolcu bu kupaya bu kadar yakışmaz .

2 Haziran 2010 Çarşamba

kupanın gerçek sahibi



o kupa en çok yakışan kişinin ellerinde , selam olsun sana damir mrsiç.

20 Mayıs 2010 Perşembe

senden önce senden sonra


seninle ortak noktalarımız var başkan , fenerbahçeliyiz ve şeker hastasıyız. Vücudumuz yavaş yavaş eriyor ve senin de benim de yaşlılığım diğer insanlardan daha zor olacak , bunu şimdiden bilmek insanı rahatsız ediyor , adaletsizlik duygusunu körüklüyor . Ama senin işin de benden zor başkan , ben bir hata yaptığım zaman veya çuvallama ihtimalim olduğunu gördüğümde geri çekiliyorum , kaybedeceğim çok büyük olmayacağı için vazgeçebilme imkanım daha çok ;  şekerim çıkmıyor böylece . Biliyorum senin öyle değil sorumluluğun daha büyük , işler boka sararsa kaybedeceğin de büyük , karşılaştığın sinir ve stres kat kat büyük ama itiraf et başkan senin kazancın da büyük bu işlerden sen ticaret adamısın kazancın olmasa niye durasın buralarda ? Niye habire şekerini yükseltip yükseltip daumu'u guiza'yı başımıza musallat edesin ? Tabii biz işin o kadar detayını gelirini giderini bilemeyiz ama koca nato müteahhiti olarak senin bir hesabın vardır . Hesapsız kitapsız işe girişmezsin ama şanssızsın be başkan hesapların bağdattan dönmekten bıktı , işgal bitse de ırak normale dönse bağdat'a yerleşsek derdinde. Hesap yapma başkan bırak oluruna , para kaptırmıycam diye inat ettin tuncayı gönderdin forvet hattı iflah olmadı kezmandan kaçarken guizaya tutulduk. 3 sene şampiyon oluruz dedin , bu kulübe tarihindeki en büyük acıyı son maçta şampiyonluk kaptırma acısını yaşatan hoca'yı da hesap kitap işine kattın . O adam uğursuz başkanım , allahı kitabı para onun , para verip ciğerimizi yakmak gibi saplantılı bir ruh haline niye sokuyorsun bizi başkan ? Biz sana ne yaptık ? Yeri geldi el salla diye tribünden boğazımızı yırtmadık mı ? yeri geldi internet aleminde seninle dalga geçenlere karşı cansiperane savunmadık mı ? Senin yaptığın işe bak . Sanki başka takım yokmuş gibi gidip trabzonspor maçında şampiyonluğu veriyorsun. Evet sen oynamadın o sahada ama o direkler , o taç çizgisi , tribünler ve localar ve o 9 numara senin eserin değil mi ? O sahadaki fenerbahçeye ait herşey senin ve yönetimin yediği halt değil mi ? Abuk subuk yerlerde bağırttığın anonsçu senin değil mi başkan ?


Bütün herşeyin sorumlusu iken nasıl böyle sıyrılıyorsun başkan sen esas bunu anlat bize Rüştü'nün telefon görüşmelerini değil . Hem herşeyin en merkezinde olup da hiç bir şeyle alakan yokmuş gibi hallere nasıl giriyorsun ? kendini ve etrafını nasıl inandırıyorsun buna ? benim en çok merak ettiğim şeylerin başında bu geliyor. Bir de niye herşeyi içine attığını merak ediyorum başkan senin . Hep çok şey biliyorsun ama söylemiyorsun bize , paylaşmıyorsun. Denizli faciasının yaklaştığını biliyordun ama hiç renk vermedin , kimin nasıl hakem ayarladığını biliyorsun hangi hakemin kime,neye hizmet edeceğini biliyorsun , bir kulüp başkanı demeç verdiğinde kime ne mesaj gittiğini biliyorsun, şike teşvik ıvız zıvır hangi kulübün antreman sahasında ne dönüyor haberin var , hangi karanlık bulutlar şu canım futbol alemini kirletiyor biliyorsun da niye bunları çanak çömlek patlayınca çıkıp kızara bozara anlatıyorsun ? Bunca senelik yöneticisin başkan artık olayların önüne geçme vakti gelmedi mi ? Bildiklerimi anlatsam çok can yanar tavırlarından yorulmadın mı , yoksa istifa edip döne döne yalama mı oldu hepsi ? Aslında hiç birşey bilmeyip bizi mi kekliyorsun başkan.Daha ne kadar travma yaşatacaksın bize başkan ? Senin herkesle hır gür içinde yaşayacak gücün kudretin var ama bizim yok . Alışkınız aslında kaos içinde geçen günlere ama senin yarattığın kaos farklı be başkan , tarifi yok dibi, ucu bucağı yok . Her gün daha da zırvalar hale geliyoruz.Biz zırvaladıkça sen o koltuğa daha da yapışıyorsun biliyorum , böyle bir şampiyonluk kaçtı diye istifa edecek , bırakıp gidecek adam değilsin sen başkan. Benim ki fakir avuntusu yazıp yazıp siliyoruz işte , bunlar da aradan kaçıp kurtulan cümleler.


Yaşımız tutuyor senden öncesini gördük başkan senden sonrasını da görmek istiyoruz , nasıl olsa hepimiz fenerliyiz yine karşılaşırız , locanın birinden el sallarsın belli mi olur.

16 Mayıs 2010 Pazar

yakarız demişlerdi



bu taraftara kendi mabedini yaktıranlar utansın !

9 Mayıs 2010 Pazar

son hafta



sana güveniyoruz kaptan , yüzümüzü kara çıkartma.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

hala...senin şutların için



çoluk çocuğumuzu evde öylece bırakıp rutubetli kahve köşelerinde kirli bardaklarla çay içmeye katlanıyorsak senin o güzelim şutlarını görmek için , hani direkle kale çizgisinin birleştiği yere attığın o şut varya...

27 Nisan 2010 Salı

diyabetle boğuşurken


Acaip bir hastalık bu diyabet , adamı yola getirme konusunda hiç bir hastalık onunla boy ölçüşemez , hele de ilerisini düşünüyorsa insan en çok tırsması gereken hastalıkların başında gelir. Yoldan azcık çıktığında ise tekrar düzelmesi en zor olanlardan , organ tahribatı dediğin geri mi gelir ?  2-3 aydır yavaş yavaş yoldan çıktığımı hissediyordum ama yine umursamıyordum pek ama son 2-3 hafta şiddeti arttı ve şimdi tekrar 1 sene önceki gibi sıkı takipteyiz.


İnsanın hayatını düzenini mahvediyor , habire birşeyler yemek ; yediğin her şeyin glisemik indeksini , şeker yükünü bokunu püsürünü bilmek lazım . Porsiyon sınırını aşmamak lazım , aştığında deli gibi hareket edip fazlalığı kompanse etmek lazım da lazım. Bir sürü şey lazım ama onlar yapacak da biri lazım . Şu metropol hayatında stres ve sıkıntı'dan uzak durup , egzersiz yapacak ve dengeli beslenecek birisi lazım. O işte diyabetle başedebilecek kişidir. Ben daha aday adayıyım.


Şu aralar hibiskus diye bir ot buldum onu kaynatıp içiyorum içine de kalem tarçın atıyorum bakalım şeker seviyemizde belli bir düşüş olursa reklamını yaparım. Şeker bir düşse de kafamı biraz toparlasam ,  yarın da ubuntu'nun yeni versiyonu çıktığında rahatça kurcalama imkanım olsa , bir de şampiyonluk potasına girmiş fenerbahçeyi takip edebilsem tam kıyak olacak.

17 Nisan 2010 Cumartesi

müjdat o golü attığında...

Müjdat o golü attığında 12 yaşındaydım. Öyle allah ne verdiyse vurmuştu , pek öyle avrupai gol atmazdı müjdat , hatta pek fazla gol atmazdı. Kale dahil her mevkide oynamıştı yanlış hatırlamıyorsam. Ama yine de kimse mahalle maçlarında müjdat olmazdı. Ben pesiç olurdum bazen de ilyas.İlyas gs’ye transfer olduğunda üzülmüştüm ama hasan vezir kadar değildi.


Müjdat o golü attığında o zamana kadar gördüğüm en büyük staddaydım ve gördüğüm en büyük kalabalıktı.Sadece televizyonda gördüğüm insanları çoraplarını çekerken , yere tükürürken , terlerken görmüştüm ilk defa ve sarı lacivert çubuklu formayı.Uğruna buz gibi betonda saatlerce titreyerek bekleyip hayal kurduğum çubuklu formayı kanlı canlı ilk kez o zaman görmüştüm. Her hayalimde maçı 2-2′ye denk getirirdim 89. dakikada aleyhimize verilmiş bir penaltıyı kurtarıp ani bir kontratakla 3-2 yapar kazanırdık. Kontratağa kalkan ilyas olurdu o zamanlar , sonra novak oldu , rıdvan oldu , nielsen oldu , rapaic oldu , tuncay oldu , anelka oldu. Hep birileri oldu.


Müjdat o golü attığında tribünde ezilmiştim . Koca koca adamların arasında sıkışıp yere düşmüş sonra aynen müjdata o golü attıran ilahi gücün bana da acaip bir ceviklikle düşer düşmez kalkma yeteneği bahşetmesiyle ayağa kalkmıştım. Kalkar kalkmaz beşiktaş tarafına baktığımda bir sürü donuk kafa görmüştüm. Hepsi sanki ailesinden biri hakkında kötü bir haber almış gibiydi , öyle hareketsiz ve şaşkın. Bizim tarafta ise deprem vardi sanki ve ufak tefek halimle depreme ayak uydurmaya çalışırken , kapalıya hareket çekiyordum sonra da rıza’ya. Halbuki beşiktaşın en mülayim adamıydı rıza , sevdiğimiz bir çizgi film olan atom karıncadan lakap çalmış olması onu sempatik bile yapıyordu ama ben o hengamenin içinde rıza’ya hareket çekmiştim , ama sırtı dönüktü.


Müjdat o golü attığında tek derdim fenerbahçenin sarı lacivert çubuklu forma altına beyaz şort beyaz çorap giymesiydi . Başka şekilde görmeye dayanamazdım. İnönü stadının çimlerine bakıp 3. golü beklerken , bir gün banka kredisiyle aldığım evimde kızım için açtığım blog’a yazılar yazarken bu maçı hayal edeceğimi bilemezdim.O top kaleye giderken kredi kartlarının hesap kesim tarihlerine göre yaşayacağım bir hayatın beni beklediğini de bilemezdim sadece çizgiyi net bir şekilde geçsin yeterdi , hele ki Müjdat bilmem kaç metreden vurduğu top için daha neyin beklentisi olabilirdi ki ? Zaten beklenti diye kelimeye de lugatımızda yer yoktu nerdeyse tamamı Fenerbahçeli topçuların isimleri ile doluykenf3a53c575eafc1418441e48cr.jpg


Müjdat o golü attığında İnönü stadından Topkapı otogarına nasıl gideceğimi bilmiyordum , istanbula 300 km uzakta nüfusu 2 stad dolusu insan kadar olan bir ilçeden gelmiştim ilk defa , haremden üsküdara giderken karşıda gördüğüm İstanbul silueti az kalsın aklımı başımdan alıyordu. O golle birlikte geçici şuur kaybı yaşamıştım sevinçten . Hem İstanbul , hem Fenerbahçe hem de müjdat’ın Avrupai golü çok gelmişti ruhuma , kaldıramamıştım.


Müjdat o golü attığında staddan çıkan ses gök gürültüsü gibi gelmişti bana. Fenerbahçelilerin her maça daha çok geleceğine dair sarsılmaz bir inancımız vardı , biz bu renklere vurulduğumuzda istanbul’un diğer yakasının şampiyonluk sayılarının toplamı fenerbahçe’ye eşitti . İstanbulda bir gün gelip de deplasman kavramının yerleşeceğini bilemezdim . O bombeli maraton tribünü olan stadın maça 10 dk. kala gelip gireceğimiz bir stada dönüşeceğini de bilemezdim. Fenerbahçe tribünlerinin de sessizliğe gömüleceğini bilemezdik. Tıpkı yarı yarıya tribünlerin bir nostalji nesnesi haline geleceğini de bilemeyeceğimiz gibi.


Müjdat o gün çok büyük gol atmıştı , schumacher ona her kornerde miço haydee diye bağırdığında kızardım içimden sen o golü görseydin ona böyle bağırmazdın demek gelirdi schumachere.Müjdat o golü attığında , ben de ofsayta düşmüşüm daha yeni fark ettim.



* 25/12/2008'de kızım için açtığım bloga (yagmursena.com) yazmıştım bunu , benim için beşiktaş maçlarının en değerlisidir müjdatın ilk golü attığı o maç , ezeli rekabete ilk adım attığım maç olmasından dolayıdır belki de. Akşam ki maç için de saldır fenerbahçe !

16 Nisan 2010 Cuma

Sonunda bir WRC -III- Özel Seyirci Etabı



Sloganla ve gazla çalışan bir millet olduğumuz için ufacık bir kıvılcım bile ateşin patlamasına yetiyor. Yollar kapanmayacak denmesine rağmen ısrarla yollar kapanacakmış diye birbirini çoşturanların sonucu küçükyalı-kadıköy arası evden çıkıp minibüs durağına yürüme payı da dahil olmak üzere toplam 25. dk :) normal bir günde bile rüya gibi bu süre . İstanbul trafiğine de çözüm bulmak konusunda gayet güzel bir örnek oldu aslında belediye arada duyuru yapsın yollar kapalı çıkmayın dışarı diye trafik falan kalmıyor ortada :)


seyirci etabına gelince


* T2 tribünün girişini nerdeyse modaya kadar yürütüp öyle verenleri tebrik etmek lazım.

* Yıllar sonra İskender Atakan ve kırmızı-beyaz lancia'yı görmek süperdi

* Serkan Yazıcı - Ercan Kazaz kapışması anons edilince belli bir kısım seyirci ayaklandı , işte onlar senelerin ralli seyircisiydi.

* O köprü gibi şeyi iyi yapmışlar herkes arabaların o kısımdan geçişinde pür dikkat kesilip "kim daha iyi zıplıyor" tartışmasına kendince yorum yapıyordu.

* Etrafta bir sürü tam teçhizatlı 3 metre boyunda objektifleriyle gezen fotoğrafçıları görünce fotoğraf çekmekten vazgeçtim , zaten yok enstantane ayarlıycam yok virajı yakalıycam derken yarış piç olacaktı.

* Tam WRC yarışlarına sıra gelirken kızım tutturdu patates istiyorum diye , koştum patates kızartması aldım gelirken bir baktım ki bütün WRC ler bizim T2 tribünün arkasında dizilmiş , pilotlar da çıkmış sohbet ediyorlar , tam fotoğraflık andı ama elimde siktirboktan b.king tepsisi dışında bir şey yoktu.

* Bir ara hirvonen'in arkasını dönmüş ayasofya'ya doğru baktığını gördüm , hoşuna gitti herhalde istanbul silüeti.

* Hirvonen çok iyi sürüyor ama Loeb daha başka .

* Bu WRC'yi 2 marka ve 5-6 tane pilota mahkum edenler utansın.