30 Kasım 2009 Pazartesi

ağaç yaşken eğilirmiş



Çocuk - yağmursena ve fenerbahçe | izlesene.com

acaba doğru mu yapıyoruz "taraftar" olmayı çocuklarımıza öğretmekle ?

23 Kasım 2009 Pazartesi

anestezi

 

rickenbacker bas'ı olup da vermeyenin...

21 Kasım 2009 Cumartesi

3-0'ın ardından

fener_besiktas3-0 çok net skor , hiç bir mazereti ve savunması olmayacak derecede net bir skor ama yine de insan ilk yarının sonundaki temdit frikiği üç parmak aşağı çarpıp içeri girse ne olurdu diye sormaktan kendini alamıyor.Kendi adıma hiç sevmediğimi her fırsatta dile getirdiğim Emre'nin takımın kurgusunda bu kadar önemli bir yere sahip olmasından rahatsızım.Keşke kendine defalarca şans verilen Selçuk performansıyla onun yerinde olsaydı.Emre sakatlanıp çıkana kadar skor ne olursa olsun maçın piskolojisi fenerbahçenin elinde idi. Emrenin yine yeni sakatlanmasıyla daumun yanlış hamlesi psikolojik ve teknik üstünlüğü beşiktaşa devretmiş oldu.Daumun bazı oyunculardaki saplantı derecesinde ısrarına artık yorum yapmak mantıksız. Bu seçimleri mantıkla bağdaştırma çabaları insanın kendi kendisini harap etmesinden başka bir şeye yaramıyor.Tam olarak ne mevkide oynadığı anlaşılmamış gamsız bir Dos Santosun ortaya çekilip bir başka gamsız futbolcu wedersonun sol kanada alınması bana sorarsanız o anda yapılacak 5. veya 6. hamle olmalıdır.Herkesi kendi mevkisi dışında oynatıp içindeki gizli cevheri keşfetme hayaliyle yanıp tutuşması dauma bir beşiktaş mağlubiyetine mal olduk. Emrenin çıkışı ile yapılacak hamlelerde daumunkini 5. sıraya koyduk peki 1. sırada ne olmalı dersek , M.Topuzu ortaya çekip Kazımı sağ kanada alarak Semihi oyuna sokardım ben. Bu hamle ile belki sağ kanatta Gökhan yalnız kalırdı ama Alexle biraz daha fazla alışveriş yapacak bir Semih sayesinde top Beşiktaş alanına daha çok yığılabilirdi . Bu da Beşiktaşın ilk gol sonrası göreceli de olsa artan orta ve sol kanat bindirmelerini frenlemiş olurdu.Bir sonraki adımsa Dos Santosu çıkartıp Özeri de sol kanada koyarak biraz daha topu çevirip hakimiyet kurabilecek bir takıma dönüşebilirdi Fenerbahçe. Yine de maçı kaybedebilirdi ama en azından biraz daha mantıklı işler yaptıktan sonra yenilmiş olmanın mağrurluğu olurdu.


Lugano gibi bir kaptanın Boboya o vuruşu yaptırması , volkanın kolunu bile kaldırmayıp topun ipne deliğinden geçer gibi kaleye girmesine izin vermesi , İ.Üzülmezin kendini aşıp üst üste bindirmeleri ve Uğur incemanın ofsayttan atıığı gol gibi detayları bir kenara koyarsak koca bir paragraf ve hatta özel bir web sitesi bile açsak yeterli olmayacak konu Alex'in durumu hakkında iki satır karalamazsak olmaz. Koca bir takımın tüm sistemi bir oyuncuya bu kadar endekslenir mi ? Bir takımın/hocanın bir B planı olmaz mı ? Bütün sistem üstüne lugano_besiktasa_karsikurulmuş bir oyuncu biraz sıkı bir markajla böyle kolay sürklase olur mu  ? Takımı 1 kişi eksik oynatan bir adama kaç dakika dayanılır ? gibi klişelerden bir demet halinde sorular sıralayabiliriz. ama hiç biri Alex'in varlığındaki ikilemi çözemez. Bu ikilem çözülemeyeceğine göre ksıa vadede Alex'in etinden sütündan maximum derecede faydalanırken uzun vadede de takım içindeki özgül ağırlığını düşürecek hamleler yapılması beklemeliyiz normal olarak ancak işin içinde Daum olduğunu unutmadan hayal kurmak lazım. Benim tercihim her zaman 1 Alex yerine 3 Baroni ile oynamaktır.



not : Sezon başında ne biçim adam dediğim Baroni'den her fenerbahçe lafı geçtiğinde özür dilemek istiyorum

20 Kasım 2009 Cuma

sonbahar kışbahar yazbahar yaz...

y.sena - baba bu yapraklar niye hep yere düşmüş ?

ben            - sonbahar geldi ya prensesim o yüzden , sonbaharda yapraklar dökülür

y.sena - hıı o yüzden mi soğuk oldu ?

ben            - evet prenses

y.sena - peki kışbahar gelince daha mı soğuk olur ?

ben            - kışbahar mı ?

y.sena - evet sonbahar sonra kışbahar oluyor ya

ben            - sonra ne oluyor peki ?

y.sena - sonra da yazbahar oluyor ya , havuza gidiyoruz ya

ben           - evet prenses sonbahar kışbahar yazbahar diye gidiyor sonra denize gidiyoruz

....

.....




hastayım şu çocukların düz ve yalın mantığına...

14 Kasım 2009 Cumartesi

ilk maçın hikayesi

fenerbahceBugün kızımla ilk maçımıza gittik . Bir kenara not edilmesi gereken bir tarih , bileti de koydum cebimde hala duruyor bir kaç gün sonra resimdergi vs. arşivinin içine atarım.Bir kız çocuğu olunca ilk maçın seçimi önemliydi , öncelikle maç ortamından korkup çıkmak istediğinde rahatlıkla çıkıp oyalayabileceğim bir maç/stad/salon seçimi olması gerekiyordu bu sebeple bir futbol maçı olamayacağına karar verdim kendimce ( zaten takım cezalı olduğundan kadıköyde uzunca bir süre görünmeyecek olmaları bu seçimi kolaylaştırdı.) Biraz daha ailecek izlenecek sporlar kategorisine girmelerinden dolayı voleybol ve basketbol arasında seçim yapmak gerekiyordu.Spor dalını belirledikten sonra takvime baktım bayan ve erkek takımları bu hafta avrupa kupaları sebebiyle bol mesai yapıyordu. Erkek takım maçlarına genelde daha fazla ilgi olmasından dolayı "sakin" maç kriterime göre geride kaldılar , zaten salon olarak da gerek haldun alagaş gerekse abdi ipekçi "kolayca çıkıp oyalanabilecek salon" kriterinden sınıfta kalınca otomatik olarek elimde tek seçenek kalmış oldu , bayan basket takımının caferağa salonundaki maçı. Hem bayan basket takımı olması sebebiyle fazla kalabalık olmayan bir salon hem de kadıköyün göbeği gibi istediğimiz anda çıkıp gezebileceğimiz bir salon. Zatan ne zaman caferağa salonunda maça gelsem hayıflanırım  keşke şurda adam gibi 2000-3000 kişilik bir salon olsa ne güzel olurdu diye.

Maçtan önce küçükyalı fenerium a gidip birşeyler alalım dedik , sarı beyaz fermuarlı bir polar beğendim ben ama hanfendi inadı tuttu kollarını bağladı ben bunu beğenmedim dedi ve olay orda bitti.4 yaşında zehir gibi kafası çalışan (ki o yaşlarda çocukların hepsi böyle galiba) bir kızınız varsa kendi selametiniz için o kollarını bağlayıp dudağını büzüştürdüğünde hemen geri adım atın , kazanamazsınız. Ben de böyle yaptım ve tamam sen seç deyip hem didişmekten yırttım hem de psikologların çocuğunuzun kendi kararlarını vermesini teşvik edin tavsiyesine uymuş oldum. O da gitti benim en gıcık olduğum şu fosforlu sarı renk formayı seçti , el mecbur aldık. Bol trafikli ve dur kalklı bir küçüyalı-kadıköy seyahatinden sonra salona ulaştık. Biletimizi aldık ve salona kendimizi attık. Bizim kız ilk defa gördüğü bol gürültülü ve hareketli ortamın şaşkınlığıyla 5 dakika geçirdi , bu süreyi doldurur doldurmaz rakip istanbul ünv.de kafasında sarı bant olan siyahi oyuncunun erkek olduğunu iddia etmeye başladı ve niye herkes (oyuncular) kızken bir tek onun erkek olduğunu her çocuk gibi net ve tatmin edici bir cevap alana kadar sordu. Cevap tatmin etmeyince arkasını dönüp naklen yayın yapan kameraların hakeretlerini izlemeye koyuldu.Devre olunca aşağı indik çikolata ve yedigün alıp bu sefer diğer tarafa geçtik birlikte. İkinci yarı başında tezahüratlara sadece el çırpma ile katıldı , beklediğim gibi 10 dakika sonra yine dikkati dağıldı ve maçı bırakıp koltukların şekillerini sorgulamaya başladı , bir ara saha içinde kenardaki koltuklara gitmek istedi olmaz deyince bir dahaki maça oraya bilet almamı hatırlattı ,fenerbasket merdivenler yerine koltuklardan atlayarak inip çıkanlara kızdı , niye merdivenden çıkmadıklarını sordu.Etraftan sıkılınca biraz maçı izledi benimle birlikte, bir kaç defa basketbol demeyi denedi yine sıkılınca yan taraftaki boş koltuklar arasında biraz dolandı ve benim en baştan beri beklediğim şey söylemek için yanıma geldi , "baba ne zaman bitecek bu ?" Emir büyük yerden deyip toparlandım hemen , aşağı indik inerken de annesinin kucağında uyuyan bir bebeğe baktık. Gayet memnun biçimde salondan dışarı çıktık.

Benim açımdan ilk maç deneyimi hiç sıkmadan boğmadan yumuşak bir geçişle atlatılmıştı , bundan sonra adım gibi biliyorum ki sırf devre arasında yediğimiz dido'nun hatırına bile tekrar maça gelmeyi isteyecektir.Yavaş yavaş heyecanı bol ve kalabalık maçlara geçiş için öncelikle bu sene bol bol bayan basketbol ve voleybol maçlarında boy göstermemiz gerekecek  ama çünkü 10 dakikada bir nükseten bababensıkıldım rahatsızlığının en kestirme tedavisi salonun dışına çıkmak olacağı için bu imkanı verebilecek dal ve türü seçmeye devam edeceğim. Stada gitmeye daha çok var.

13 Kasım 2009 Cuma

10 Kasım 2009 Salı

rip

enke

oynadığı tek maçı izlemiştim , maratonun migros tarafındaki köşedeydim . P.V.H. izlemenin heyecanıyla gitmiş , bütün tribünce yenen 3 golün hışmını çıkarttığımız enkeye küfürle geri dönmüştük. Ceza sahasına koşu yaparken ayağına topu dolaştıran guizaya gösterilen eşsiz sabrın kırıntıları bile düşmemişti enke'nin payına.NTVspor'da intihar ettiğini söyledi spiker , huzur içinde yatsın.

sosyal ağların ördüğü hayatlar

İnternette çok blog okuyamıyorum ama arada böyle dolu sitelere denk gelince alıntı yapmadan edemiyor insan
Ben” kavramının ağırlığının artması konusuna tekrar dönersek; bu “modern iletişim” yöntemleri hepimize yeni kimlik tanımları kazandırdı aslında. Hepimiz Twitter‘da yaptıklarımızdan, Facebook‘da özel yaşamımızın zenginliğinden bahsediyoruz. Last.fm‘de dinlediğimiz müziklerin kalitesinin, FriendFeed‘de ilgi duyduğumuz konuların biricikliğinin altını çizmeye çalışıyoruz özünde. Yoksa neden oralarda olalım ki?
Sosyal medyada bıraktığımız her iz bir “ben”. Her paylaştığımız kendimiz ile ilgili yeni bir ipucu. Oyun gibi. Yeni bir profil yaratıyoruz, yeni bir “ben” tanıtımı yapmış oluyoruz. Hepsi kendimizle ilgili.

Yazını tamamı http://www.anafikir.com sitesinde Sosyal Medya ve "Ben" başlığı altında bulunuyor. Aslında bu hem ağlarım hem giderim hallerini sevmiyorum , yani hem hayatımızın en temeline interneti koyup sonradan ondan şikayetçi olmak düzgün bir hareket gibi gelmiyor bana. Ama bu düzgün olmayan hareketten de geri kalmıyoruz (m).

3 Kasım 2009 Salı

bilbo'dan bloga

Pardus tarafında kullanılabilecek güzel bir yazılım bilbo blogger , wordpress'in veya blogspot'un detaylı widget,plugin vs. özelliklerinden faydalanmadan en yalın haliyle bir günlük tutup bol düz yazı üzeri az grafik kullanmak isteyenler için gayet yeterli. Misal temelaksoy.com gibi bir blog sitesi sahibi olsam gözümü kırpmadan bilbo kullanırdım. Kendi blogunu tanımlıyorsun , sonra basit bir editör ile yazıyorsun yazacaklarını gönder diyorsun ve işlem bitiyor , hoş normal bir blog arayüzünde fazlası da var ama daha çok masaüstünde fazla çalışıp da arada aklına geldikçe bir kaç satır karalayanlar için (bkz. ben) ideal bir yazılım ancak halen linux tarafında tamamen taşınamadığım için windows kısmında da bilbo olmadığından mecbur firefox veya opera ile blog mesajları gönderiyorum. Pardus hata takip sistemine soap ile ilgili sorunları yazmak istiyorum , bu sorunu halletseler medula sistemine de pardus ile ulaşabilmiş olacağız ki gayet güzel bir gelişme olur .

Aslında bu bilboya iki üç sekme ekleyip hem facebook,hem friendfeed hemi de twitter'a durum mesajını gönderebilecek hale getirseler , tek elden bütün sosyal ağları bağlamış olur üstüne de bloga düğümleyerek verimlilik esaslarını kökünden yerine getirmiş oluruz.Kopete gibi olsun işte.Ben google'ın yerinde olsam wave ile falan uğraşacağıma ilk önce böyle basit bir program yapardım , hoş belki de vardır birileri düşünüp çoktan yapmıştır bile. Vakit olsa şeytan diyor indir 2-3 python kitabı çalış öğren yaz programları çatır çatır ( şeytan senelerdir python diyorda bizdeki tembellik kimsede yok ) .



bu yazıyı da bilbo ile attım bloga

anger is a gift

02

Until ya mind is locked in
Believin' all the lies that they're tellin' ya
Buyin' all the products that they're sellin' ya
They say jump and ya say how high
Ya brain-dead
Ya gotta fuckin' bullet in ya head





U2 biletleri 1 sene önceden satışa çıktı da bileti hiç satılmayacak olanları neyleyelim ? Her sabah 09:10 civarlarında işyerinde ratm dinlemek gibi bir kurumsal kültür geliştirdim sonuçlarını bir kaç güne almaya başlarım artık.