28 Ekim 2009 Çarşamba

ilk müsamere

bugün kızımın kreşinde veli olarak ilk müsamereyi izledim. Güzel bir duygu ve açıkcası insanın "baba" olduğunu ve yaşının ilerlemekte olduğunu suratına daha esaslı şekilde vuruyor. Hem fotograf makinası hem de video kamera ile gitmek gibi bir görmemişlik yaptığım için kendimden utanmıyorum ama biraz abartmış olduğumu kabullenebilirim. Ancak insan böyle durumlarda bir saniye bile kaybolmasın istiyor.Eskiden takımlar şampiyonluk turu atarlardı garantiledikleri maçlarda ve bir süre sonra tur veya takım kalmaz sahanın içi yüzlerce taraftar ve onlarda kaçan topçular ile dolmuş hale gelirdi.Bu hengamede hiç birşeyi kaçırmamak için bir oraya bir buraya bakar gördüklerini aklının bir kenarına not etmeye çalışır ya insan , işte kendi çocuğunun müsameresinde böyle bir duruma düşmeyeyim diye teçhizatı sağlam tutmak isteyebilir diye düşünüyorum deyip kendimi haklı çıkartayım bu uzun musamerecümlenin sonunda.

Her zamanki gibi fotograf makinasını pillerini kontrol etmeyi unuttuğum için tam benim prensesin de olduğu 4 yaş grubu sahneye çıkacakken simsiyah ekrandaki pil bitmiş uyarısı ile kendime bir defa daha küfür ettim,sonrasında en geleneksel yöntemle pilleri çıkartıp pantolona sürttükten sonra yerlerini değiştirerek tekrar taktım ve bana acıyan makina "hareketli objeyi çekme" seçeneği ile devam edebilmeme izin verdi.


Cumhuriyet bayramı müsameresi olduğu için bol bayraklı bol şiirli geçti diyebilirim , ben küçükken ilkokulda falan bu bayram kutlaması veya birşeyin yıldönümünü anma gibi durumlarda çok tırsardım , saygı duruşunda falan gülerim de öğretmen görürse dayak/fırça yerim diye. Bugünkü gösteride benim prenses perde açıldı gözleriyle şöyle bir tur atıp bizi gördükten sonra ağlamaya başladı bitene kadar durmadı. İnsan hiç ağlamasın çıksın çatır çatır şarkısını söylesin herkesi kendisine hayran etsin istiyor bir tarafıyla ama sonra en nihayetinde daha 4 yaşında bir çocuk deyip içinden salya sümük ağlamak geliyorsa ağlasın deyip kendi içinde işi tatlıya bağlamış oluyor.


Geçen hafta sabah kreşe gitmek için uyandığında "baba beni ne zaman maça götüreceksin" diye sormuştu bu akşam yanıma alıp kızım bu kadarcık bir kalabalıkta heyecanlandıysan maça gittiğimizde ne yapacaksın güzel prensesim diye sorasım geldi ama yine karşımdakinin bir çocuk olduğunu hatırlayıp sustum. İnsan çoğu zaman kendi gibi zannedip karşısındaki çocuğu hizaya sokmaya çalışıyor ya dışardan bakıldığında en komik göründüğü zamanlar bunlar oluyor.



Babalar ve kızları üzerine daha çok yazmak lazım.

25 Ekim 2009 Pazar

osenebuseneşusene...sittin sene

0000035514

- baroni çok iyi futbolcuymuş , giderek takımın görünmez ama en önemli dişlisi haline geliyor, kendisinden ligin başında ne biçim futbolcu bu dediğim için özür dilerim.

- ilerde tek forvet olarak oynacak adam seçiminde kazım öne mi geçiyor ne ? milli takımın 2 stoperini silkeledi attı resmen

- kendisini hiç sevmediğimi her platformda belirtiğim emre "futbolcu" olarak baya iyi performans göstermeye başladı , pire gibi her yere giriyor koşuyor.

- keita da gerçek gs'lı oldu.

- herşeye rağmen alex de souza ve olmadık toplara uzanan sol ayağı

- keşke bu takıma özer ve semih de dahil olsa

- evet o sene sittin sene

19 Ekim 2009 Pazartesi

temiz doping , üstelik pırıl pırıl

Pırıl pırıl sicili var diye insanın suç işleme hakkı varmıdır ? Ya da hayatta ne kadarlık bir temiz sicil kıdemi bize sınırsız ahlaksızlık yapma imkanı verir ? Fenerbahçe-Efes Pilsen final serisinin 3. maçına karaborsa biletle girmiştim ve maç uzatmaya gittiğinde ulan bu seriyi kaybederiz galiba diye içimden geçirmiştim.Nitekim öyle de oldu , seriyi kaybettik.Aylar sonrakgon bu maçlarda alınan örneklerden doping çıktığını okuduğumda şaşırmıştım , ama daha çok şampiyonluk maçında milli takım oyuncusunun dopingli çıkmasını sıradan bir olay gibi ele alıp sadece avrupa şampiyonasında bölgesinde iyi eleman yok diye kerem gönlümün yokluğuna hayıflanarak bakan medyaya daha çok şaşırmıştım. Aynı maç sonunda alınan numunelerden ikinci oyuncuda da aynı maddeden amma velakin sınır değerin 2-3 birim altında çıkması (ki resmen doping olmasını engelliyor bu değer) da kimseyi şaşırmadı bizden başka herhalde. Fenerbahçenin "lobi ve yaygara özürlü" yönetimi sayesinde bu olay yaa bizim kerem mi , iyi bilirim ben onu pırıl pırıl çocuktur yapmaz öyle bir şey kıvamına geldi çattı. Üstüne üstlük son kupa finalinde bazı efes pilsen taraftarı olmak gibi şuur kaybı yaşamış kişiler tarafından video klip tadında surata takılan maskeler ile allanıp pullanarak masumiyet katsayısına bir kaç puan daha eklendi. Son olarak da büyük siyo Tuncay Özilhan tarafından basın danışmanlarına yazdırılmış bir basın bildirisi ile zeytinyağı kıvamındaki hamleler devam ediyor. 100 yılı geçmiş kulübe 100.yıl kitabı hediye etmekten bahsedebilmek de baya bir cehalet gerektirir.



Gazeteci olsam neyi sorardım acaba diye beyin cimnastiği yapıverdim hemen ; Bir takımdan numune alınan iki oyuncuda da aynı maddenin farklı seviyelerde bile olsa çıkması tesadüf müdür yoksa değil midir ? Röportajlarda düzgün cümleler kuruyor veya maç başına faul ortalaması düşük gerçekleşiyor veya etliye sütlüye karışmayan bir tipi var diye resmen dopingli olduğu tescillenmiş bir oyuncuyu aklamak ve paklamak için federasyondan ceza kurullarına kulüp yöneticilerinden medya asalaklarına kadar bin tane adamın şaklabanlıkta sınır tanımaması hangi spor ahlakına sığmaz da taşar ? Naumoski'nin oynadığı efes ile bu efes aynı takım mıdır ?

*Okuyunuz : Efes Pilsen haddini aşıyor / papazin cayiri

18 Ekim 2009 Pazar

geri sayım

44585_0

9'da 8'e rekor takıldı kaldı , işimiz rekorlarla değil diye kıvırıyorum.

Gün çoluk çocuğun rızkından kesip maça karaborsa bilet alma günüdür.

* bu sene yine aynı sene

16 Ekim 2009 Cuma

fotograf ritmi

friendfeed'de bir arkadaşın arkadaşının mesajında gördüm fotoritim diye bir site. Ekim 2009 sayısı çıkmış  enfes fotograflar var , meraklısına duyurulur.
1254664680aertug

1254664744hakanc

1254664805krzystof

1254664845story-of-rice-banner-2

fotograflar http://www.fotoritim.com sitesinden alınmıştır.

13 Ekim 2009 Salı

bittin sen carlos bittin

Roberto Carlos'un yedek kaldığı bir takım taraftarıyım. Üzerine saatlerce ahkam kesilebilecek bir cümle ettim farkımdayım.Taraftarlık başlı başına bir kaç tane tez/doktora konusu olacak kadar derin ve kapsamlı bir şey iken bunun üstüne r.carlosun yedek kaldığı bir takımın taraftarı olmak gibi bir aksesuar ile süslersem bu mesajı kotarabilirim diye düşünüyorum.R.Carlos halen aktif olarak futbol oynayan topçular içinde kariyer olarak en önde gelenlerden biri , dünyanın neresinde futbolu bilen birine sorsak ilk 5 te sayması lazım saymıyorsa onun bildiği futboldan başka birşeydir.Sorguyu daha da daraltacak olursak kendi mevkiinde yani sol bekte gelmiş geçmiş gibi iddialı bir sıfatın devamında en iyisidir bile diyebiliriz(m). Hal böyle iken iki sene önce sol bek kadrosunu sağ ayağının dışıyla orta yapabilen sol ayağı ile topu sadece durdurabilen bir futbolcu ile dolduran fenerbahçe teknik kadrosunun R3 gibi bir markaya burun kıvırıp , yedek kulübesi populasyonuna katmasını anlamak biraz zor oluyor. Burda hemen R.Carlosun yerlerde sürünen performansını dile getirip şampiyonluğa giden bir takımda herkesin yeri geldiğinde yedek kalması ve bunu da kabullenmesi gerektiğini ileri sürerek kendimi haklı çıkartabilirim. Ama yine içerde biryerde bir kaç hücrem olsa dahi r.carlos'un yedek kalmaması gerektiğini savunuyor , ya da böyle bir efsaneyi transfer ettiysek onu yedek bırakıp maymuna çevirmemek gerektiğini söylüyorum kendi kendime.Söylüyorum da hemen en ukala ve kendini beğenmiş bir düşünceyle burası fenerbahçe başka takımlara benzemez r.carlos da olsa gelir yedek kulübesinde oturur diye de ekliyorum. roberto_carlos_2007-2008_2

Bu acaip bir kibir , aziz yıldırımın son senelerde sistemli şekilde geliştirdiği taraftar modelinin kibiri. Derbi maçlarda gs tarafına doğru cebinden çıkardığı banknotu sallayan taraftarın kibiri , daumun 2 sene önce denizlide duvara toslatıp ağız burun dağıttığı halde hala ukalalığından vazgeçmeyen kartlı taraftarın kibiri. Bizim vurulduğumuz zamanlarda içten içe vakur tavırlar barındıran fenerbahçe taraftarlığına sonradan yapışıp çıkmayan kibir işte dünyanın gelmiş geçmiş en iyi sol bekini yedek bırakan takım olmaktan gurur duyuyor. Ben duymuyorum.Eski model fenerbahçe taraftarı yanım direniyor hala.Taa en başından R.Carlosun transfer edilmemesi gerektiğinden girip yabancı kısıtlaması diye sızım sızım sızlanan aziz yıldırımın elindeki kontenjanı nasıl çarçur ettiğinden çıkar ordan da R.carlos gibi adamlara eşşek yüküyle paralar yedireceğimize yarısından fazlası paftan çıkmış hocası da aykut veya rıdvan olan bir takımla ali sami yende gs'yi 3-0'dan 4-3 yeneceğimiz hayali maçı sayfalarca tasvir edebilirim.Ama bunlar bizim dünyanın gelmiş geçmiş en iyi solbekini yedek bırakan takımın taraftarı olmamızla ilgili herhangi fayda veya yarar sağlamaz.Sadece taraftar olarak frençaysing projeleri karşısında ne kadar daha acizleştiğimizi idrak etmemize yarayabilir belki.

12 Ekim 2009 Pazartesi

fa anahtarı

basGitar

selam olsun fa anahtarında gezinerek bas gitar çalanlara.

10 Ekim 2009 Cumartesi

dalga dalga google

İnternette google ile ilk ne zaman tanıştığımı hatırlamıyorum ama ilk defa düz beyaz sayfa gibi ekranı gördüğümde bu ne biçim site lan böyle dediğimi hatırlıyorum. İlk göz ağrım yahoo idi , çalıştığım ithalat şirketinde yabancı firma aramam gerektiğinde ise altavista ve hotbot kullanıyordum. Google'dan ilk tırsmam ise google analytics sayfası ile tanışmam ile oldu. O gün bugündür microsoft kadar google'a da kıl olmaya başladım ama bükemediğin eli öpeceksin misali google servislerini daha bir kullanır olmaya başladım. Adamlar interneti sarmalamış bastığın tuşun şiddetine kadar log tutuyorlar nerdeyse , karşı durabilecek bir yer mi var ? hadi microsofta karşılık linux sevdası ile bertaraf edebiliyoruz bilgisayar ve program çalıştırma işini ama o bilgisayar internete girdiği anda google'ın önünde ceketi iliklemesi gerekiyor insanın.

Google_Wave_snapshots_inboxBenim anladığım kadarıyla Google internet iletişiminde başka bir seviyeye geçmeyi planlıyor , microsoftun senelerdir passport , live falan diye uğraşıp da davalardan başını alamadığı için belki beceremediği bir şeyi ; insanların bütün iletişim kaynaklarını tek çatı altında toplayarak her yere ayrı nik , şifre avatar ayarlama , durum mesajlarını dinlediği şarkyı falan ayrı ayrı yayınlama derdine son veriyor ( ya da bence verecek diyeyim ). Resmi google blogunda yazdığı üzere "manuel iletişim formlarının bir imitasyonu olan iletişim sistemleri yerine  bilgisayarların mevcut yeteneklerini avantaja çeviren yeni bir iletişim sistemi dizayn etsek ne olur acep ?" diye kendilerine sorup önce Walkabout ismini düşünüp sonra da Wave dedikleri dalga'yı beklemeye başladık haliyle . Beta tester için isim yazdırdım ben tabii kaç milyonuncu sırada olduğumu bile sormadım , çıkarsa ne ala çıkmazsa zaten eninde sonunda kullanıcaz. Googlecu abile bu wave şeysinin de açık kaynak kod üzerinde süreceğini böylelikle geliştirici camianın da katılımını sağlamak istediklerini ayrıca resmi blogda belirtmişler.google_wave_logo_final640

Bu Wave projesi Google'ın büyük oranda internet tabanlı olarak çalışan bir işletim sistemi ile bilgisayar ve internet alemine kesin darbeyi vurma yolundaki önemli bir adımı diyerekten yazıyı sonu gelmez komplo teorilerine bağlayalım.

3 Ekim 2009 Cumartesi

sundance olsun taştan olsun

gracelm

Evet böyle bir zaaf oluşmuş bende meğer , sanırım Pi filmini izledikten sonra oldu . Bir filmin kapak resminde sundance logosu görünce sorgusuz sualsiz sepete atıyorum. Grace de böyle oldu , 20 dakikadan fazla bir süre dvd raflarını tavaf ettikten sonra tam kasaya yönelirken kanlı biberon resmine kanıp elime almam ile "bu filmi de almak lazım" ibaresini düşmem bir oldu.

Yaklaşık 4 yıllık baba olduğumdan içinde çocuk ,evlat vs. geçen her şeye karşı özel bir alakam oluştu , mesela şu karabulut cinayetindeki kızın babası yerine koyuyorum kendimi benim başıma öyle bir şey gelse değil mikrofonların önüne çıkmak 2 tane cümle kuracak kadar kafamı toparlayamazdım herhalde. Bir de Irakta amerikalıların esir aldığı bir ıraklı babayı kucağındaki çocuğu ile birlikte dikenli tellerin arasından kadraja alan fotografı gördüğümde dakikalarca kendime gelememiştim.

Neyse bu film daha çok annelik üstüne kurulu , garibim baba ortamı yarı yolda terkediyor ama yine anneliğe , evlat sevgisine garip ve biraz da ütopik bir bakış fırlatmış yönetmen veya postergrace1senarist artık hangisinin aklına ilk geldiyse. Zaten en temelinden fiziksel bir bağ ile başlayıp duygusal destekle süren anne-çocuk ilişkisinde annenin ne kadar gözü kara olabileceği üzerine suratımıza soru işaretleri fırlatılıyor bolca . Ben payıma düşenleri aldım ve "anne" lerden daha da tırsar hale geldim. Ama babalığın annelikten daha ulvi , çetrefilli ve açıklanamaz olduğu konusundaki ısrarlarımdan geri adım atmış değilim.  Bu konudaki düşüncelerimi toparlayıp yazmak istiyorum ama ilk önce Turgenyev'in Babalar ve Oğullar kitabını hatim ettikten sonra  ordan zıplayıp en tarif edilmez duygu olan babalar ve kızlarının ilişkisi üzerine ahkam kesecek birikime gelmem lazım ki bu konuda dünyalar güzeli bir yardımcım var.



Sözün özü arşive konulacak bir filmdir , alınıp izlenmesinde fayda vardır diyelim ki teşvik edici olsun biraz.