27 Nisan 2010 Salı

diyabetle boğuşurken


Acaip bir hastalık bu diyabet , adamı yola getirme konusunda hiç bir hastalık onunla boy ölçüşemez , hele de ilerisini düşünüyorsa insan en çok tırsması gereken hastalıkların başında gelir. Yoldan azcık çıktığında ise tekrar düzelmesi en zor olanlardan , organ tahribatı dediğin geri mi gelir ?  2-3 aydır yavaş yavaş yoldan çıktığımı hissediyordum ama yine umursamıyordum pek ama son 2-3 hafta şiddeti arttı ve şimdi tekrar 1 sene önceki gibi sıkı takipteyiz.


İnsanın hayatını düzenini mahvediyor , habire birşeyler yemek ; yediğin her şeyin glisemik indeksini , şeker yükünü bokunu püsürünü bilmek lazım . Porsiyon sınırını aşmamak lazım , aştığında deli gibi hareket edip fazlalığı kompanse etmek lazım da lazım. Bir sürü şey lazım ama onlar yapacak da biri lazım . Şu metropol hayatında stres ve sıkıntı'dan uzak durup , egzersiz yapacak ve dengeli beslenecek birisi lazım. O işte diyabetle başedebilecek kişidir. Ben daha aday adayıyım.


Şu aralar hibiskus diye bir ot buldum onu kaynatıp içiyorum içine de kalem tarçın atıyorum bakalım şeker seviyemizde belli bir düşüş olursa reklamını yaparım. Şeker bir düşse de kafamı biraz toparlasam ,  yarın da ubuntu'nun yeni versiyonu çıktığında rahatça kurcalama imkanım olsa , bir de şampiyonluk potasına girmiş fenerbahçeyi takip edebilsem tam kıyak olacak.

17 Nisan 2010 Cumartesi

müjdat o golü attığında...

Müjdat o golü attığında 12 yaşındaydım. Öyle allah ne verdiyse vurmuştu , pek öyle avrupai gol atmazdı müjdat , hatta pek fazla gol atmazdı. Kale dahil her mevkide oynamıştı yanlış hatırlamıyorsam. Ama yine de kimse mahalle maçlarında müjdat olmazdı. Ben pesiç olurdum bazen de ilyas.İlyas gs’ye transfer olduğunda üzülmüştüm ama hasan vezir kadar değildi.


Müjdat o golü attığında o zamana kadar gördüğüm en büyük staddaydım ve gördüğüm en büyük kalabalıktı.Sadece televizyonda gördüğüm insanları çoraplarını çekerken , yere tükürürken , terlerken görmüştüm ilk defa ve sarı lacivert çubuklu formayı.Uğruna buz gibi betonda saatlerce titreyerek bekleyip hayal kurduğum çubuklu formayı kanlı canlı ilk kez o zaman görmüştüm. Her hayalimde maçı 2-2′ye denk getirirdim 89. dakikada aleyhimize verilmiş bir penaltıyı kurtarıp ani bir kontratakla 3-2 yapar kazanırdık. Kontratağa kalkan ilyas olurdu o zamanlar , sonra novak oldu , rıdvan oldu , nielsen oldu , rapaic oldu , tuncay oldu , anelka oldu. Hep birileri oldu.


Müjdat o golü attığında tribünde ezilmiştim . Koca koca adamların arasında sıkışıp yere düşmüş sonra aynen müjdata o golü attıran ilahi gücün bana da acaip bir ceviklikle düşer düşmez kalkma yeteneği bahşetmesiyle ayağa kalkmıştım. Kalkar kalkmaz beşiktaş tarafına baktığımda bir sürü donuk kafa görmüştüm. Hepsi sanki ailesinden biri hakkında kötü bir haber almış gibiydi , öyle hareketsiz ve şaşkın. Bizim tarafta ise deprem vardi sanki ve ufak tefek halimle depreme ayak uydurmaya çalışırken , kapalıya hareket çekiyordum sonra da rıza’ya. Halbuki beşiktaşın en mülayim adamıydı rıza , sevdiğimiz bir çizgi film olan atom karıncadan lakap çalmış olması onu sempatik bile yapıyordu ama ben o hengamenin içinde rıza’ya hareket çekmiştim , ama sırtı dönüktü.


Müjdat o golü attığında tek derdim fenerbahçenin sarı lacivert çubuklu forma altına beyaz şort beyaz çorap giymesiydi . Başka şekilde görmeye dayanamazdım. İnönü stadının çimlerine bakıp 3. golü beklerken , bir gün banka kredisiyle aldığım evimde kızım için açtığım blog’a yazılar yazarken bu maçı hayal edeceğimi bilemezdim.O top kaleye giderken kredi kartlarının hesap kesim tarihlerine göre yaşayacağım bir hayatın beni beklediğini de bilemezdim sadece çizgiyi net bir şekilde geçsin yeterdi , hele ki Müjdat bilmem kaç metreden vurduğu top için daha neyin beklentisi olabilirdi ki ? Zaten beklenti diye kelimeye de lugatımızda yer yoktu nerdeyse tamamı Fenerbahçeli topçuların isimleri ile doluykenf3a53c575eafc1418441e48cr.jpg


Müjdat o golü attığında İnönü stadından Topkapı otogarına nasıl gideceğimi bilmiyordum , istanbula 300 km uzakta nüfusu 2 stad dolusu insan kadar olan bir ilçeden gelmiştim ilk defa , haremden üsküdara giderken karşıda gördüğüm İstanbul silueti az kalsın aklımı başımdan alıyordu. O golle birlikte geçici şuur kaybı yaşamıştım sevinçten . Hem İstanbul , hem Fenerbahçe hem de müjdat’ın Avrupai golü çok gelmişti ruhuma , kaldıramamıştım.


Müjdat o golü attığında staddan çıkan ses gök gürültüsü gibi gelmişti bana. Fenerbahçelilerin her maça daha çok geleceğine dair sarsılmaz bir inancımız vardı , biz bu renklere vurulduğumuzda istanbul’un diğer yakasının şampiyonluk sayılarının toplamı fenerbahçe’ye eşitti . İstanbulda bir gün gelip de deplasman kavramının yerleşeceğini bilemezdim . O bombeli maraton tribünü olan stadın maça 10 dk. kala gelip gireceğimiz bir stada dönüşeceğini de bilemezdim. Fenerbahçe tribünlerinin de sessizliğe gömüleceğini bilemezdik. Tıpkı yarı yarıya tribünlerin bir nostalji nesnesi haline geleceğini de bilemeyeceğimiz gibi.


Müjdat o gün çok büyük gol atmıştı , schumacher ona her kornerde miço haydee diye bağırdığında kızardım içimden sen o golü görseydin ona böyle bağırmazdın demek gelirdi schumachere.Müjdat o golü attığında , ben de ofsayta düşmüşüm daha yeni fark ettim.



* 25/12/2008'de kızım için açtığım bloga (yagmursena.com) yazmıştım bunu , benim için beşiktaş maçlarının en değerlisidir müjdatın ilk golü attığı o maç , ezeli rekabete ilk adım attığım maç olmasından dolayıdır belki de. Akşam ki maç için de saldır fenerbahçe !

16 Nisan 2010 Cuma

Sonunda bir WRC -III- Özel Seyirci Etabı



Sloganla ve gazla çalışan bir millet olduğumuz için ufacık bir kıvılcım bile ateşin patlamasına yetiyor. Yollar kapanmayacak denmesine rağmen ısrarla yollar kapanacakmış diye birbirini çoşturanların sonucu küçükyalı-kadıköy arası evden çıkıp minibüs durağına yürüme payı da dahil olmak üzere toplam 25. dk :) normal bir günde bile rüya gibi bu süre . İstanbul trafiğine de çözüm bulmak konusunda gayet güzel bir örnek oldu aslında belediye arada duyuru yapsın yollar kapalı çıkmayın dışarı diye trafik falan kalmıyor ortada :)


seyirci etabına gelince


* T2 tribünün girişini nerdeyse modaya kadar yürütüp öyle verenleri tebrik etmek lazım.

* Yıllar sonra İskender Atakan ve kırmızı-beyaz lancia'yı görmek süperdi

* Serkan Yazıcı - Ercan Kazaz kapışması anons edilince belli bir kısım seyirci ayaklandı , işte onlar senelerin ralli seyircisiydi.

* O köprü gibi şeyi iyi yapmışlar herkes arabaların o kısımdan geçişinde pür dikkat kesilip "kim daha iyi zıplıyor" tartışmasına kendince yorum yapıyordu.

* Etrafta bir sürü tam teçhizatlı 3 metre boyunda objektifleriyle gezen fotoğrafçıları görünce fotoğraf çekmekten vazgeçtim , zaten yok enstantane ayarlıycam yok virajı yakalıycam derken yarış piç olacaktı.

* Tam WRC yarışlarına sıra gelirken kızım tutturdu patates istiyorum diye , koştum patates kızartması aldım gelirken bir baktım ki bütün WRC ler bizim T2 tribünün arkasında dizilmiş , pilotlar da çıkmış sohbet ediyorlar , tam fotoğraflık andı ama elimde siktirboktan b.king tepsisi dışında bir şey yoktu.

* Bir ara hirvonen'in arkasını dönmüş ayasofya'ya doğru baktığını gördüm , hoşuna gitti herhalde istanbul silüeti.

* Hirvonen çok iyi sürüyor ama Loeb daha başka .

* Bu WRC'yi 2 marka ve 5-6 tane pilota mahkum edenler utansın.

15 Nisan 2010 Perşembe

Sonunda bir WRC -II- Park Alanı

Dün akşam park alanını ziyaret ettim , odtü motorsporlarından elemanların sabahın beşinden beri yollarda ve ayakta durmaktan bitap düşmüş hallerine acıdım ama gençlik sonuçta, dayanırlar . Ben gelmeden 15 dk. önce s.loeb gelmiş otele kaçmış , raikkonen ve hirvonen'i gözlerimiz aradı ama petter solberg dışında kimseyi göremedik . Park alanında bir kaç foto , akşam seyirci etabını bekliyoruz merakla.








ayrıca daha detaylı ve güzel fotolar için pitgirisi.blogspot.com

13 Nisan 2010 Salı

Sonunda bir WRC - Dünya Rallisi


Sonunda bir WRC . Eski görkemli günlerini mumla arayan dünya ralli şampiyonası efsaneler kenti istanbulda. Bu yarış ile ilgili hazırlanmış web sitelerine  www.rallyofturkey.org ve www.turkiyerallisi2010.com adreslerinden ulaşılabilir. Ayrıca http://pitgirisi.blogspot.com adresine girip ralli pilotlarına soru sormak isteyenler sorularını da iletebilir. Benim aklıma soru gelmedi , uzun zamandır yakın takipte olmadığım için pilotları bile tam tanımadığımdan ne soracağımı bilemedim .Şimdilik kadıköydeki özel seyirci etabı ve pendik park alanı ile ilgili kafamda planlar yapmakta , işlerimi bunlara göre  düzenlemenin yollarını aramaktayım.


12 Nisan 2010 Pazartesi

ya 96'nın intikamını alırlarsa ?

96'nın şampiyon kadrosu

Düşüncesi bile insanı kan ter içinde bırakmaya yetiyor , papazın çayırında bahsi geçmiş denizli'den sonra ikinci bir travma bizi bekliyor mu diye. 2.denizli faciasının olması ihtimalinin yanına bu faciayı trabzonspor gibi manevi olarak aklının ve kalbinin bir kısmı 96 yılındaki o efsanevi maçta kalmış olan bir camia'dan bu çelmenin gelebilecek olma ihtimalini ekleyince sonu gelmeyen kabuslara dalmış gibi hissediyor insan kendini.Bu yüzden şampiyonluk düğümü mümkünse son haftaya kalmadan çözülsün , bursa olacaksa da 2 hafta önceden atsın turunu , biz olacaksak da öyle olsun böyle olsun ama son haftada olmasın. Son haftaya kalırsak ölümlerden ölüm beğenelim çünkü adım gibi eminim ki bu uğursuz daum'un laneti üzerimize çökmüşken hiç bir "final" maçını alamayız . Fikstür  avantajı fenerbahçe'de diyenler son haftadaki trabzonspor maçını görmüyorlar ya da görmek istemiyorlar , benimse gözümün içine batıyor adeta bu maç . 32. hafta itibariyle lig tescil edilecek şekilde netleşsin mümkünse , tek dileğim budur. Hem bursa hem de fenerbahçe 32. haftada kendi sahasında oynuyor güzel de olur kendi taraftarı önünde şampiyonluk ilan etmek. Kendimi felaket tellalı konumuna sokmak istemiyorum ama bu senelerden beri süregelen ,  hücrelerimize işlemiş o garip "fenerli" hissiyatının söylettikleri bunlar . Allahım nolur son haftaya  herhangi bir takım  ile kafa kafaya girmesin fenerbahçe , 2. bir denizli vakasını kaldırmaz bünyeler kal-dı-ra-maz.



not : resim turkfutbolu.net sitesinden alınmıştır.

11 Nisan 2010 Pazar

yılın ilk eriği...sonunda kavuştuk


nihayet siftahımı yaptım . Hayatta en sevdiğim yiyeceklerden biridir erik , manavın raflarında yeşil yeşil göz kırpmasına dayanamadım kıydım paraya yarım kilo aldım , akşam spor stüdyosunda Bursaspor ile Fenerbahçemizin puan farkının 1'e inmesini izlerken tuzlu tuzlu ne de güzel gitti.

10 Nisan 2010 Cumartesi

neden madrid ?


cevabım basit ve sıradan : çocukken vurulduk diye. Evet tıpkı ben çocukken yokluk günlerini anlatarak ders veren büyükler gibi ben de şimdiki genç kuşaklara yokluk günlerinden bahsedebilirim. Şu anda yaşayan milyonlarca insanın hayal bile edemediği tek kanallı dönemden geçtik biz. Evet kumandanın üstünde tek tuş vardı , günün her saati aynı kanalı seyrederdik  ne verirlerse alırdık , üzüntümüz de sevincimiz de tek kanallıydı. ve O tek kanallı gözlerle takip ettiğimiz futbol dünyasında meşin yuvarlağın ateşiyle yanıp kavrulan genç yüreğimize balıkçının tezgahtaki balıklara serpiştirdiği bir tas su gibi serinlik getirirdi avrupadan futbol  .  Az ama özdü , yetinmesini bilirdik.


Ben nerdeyse diğer bütün takımlar gibi R.Madrid ismini de ilk kez tercüman spor ansiklopedisinde okumuştum 5 kez üstüste avrupa şampiyonlar kupası kazanmış bir takım olarak . İlk izlediğim maçlarını hatılamıyorum ama birçok kişi gibi benim de r.madrid'e takıldığım maç borussia möchengladbach ile olan efsanevi geri dönüşlerinden birisini gözümüze ve beynimize  soktuğu maçtır. Bembeyaz formalarla zıpkın gibi oynayan bir takım , stad desen cehennemin öbür adı o zamanlar koltuk moltuk yok 120.000 kişi falan giriyor daha ne ister bir taraftar ? trt'nin o dandik yayınlarında bile tüylerim diken diken olurdu. Michel en çok sevdiğimdi bu takımda . Hugo Sanchezin güvercin taklaları ilgimi çekmezdi ama her 3 ortanın 2'sine gelişine röveşataya kalkması ayrı bir güzellikti. Oyuna sonradan girmesine rağmen maça bütün ağırlığını koyabilen 3 kişi gördüm ben veya 3 kişiyi sevdim diyeyim  2'si r.madrid'li . Santillana  , Valdano ve Semih. Valdano'nun ilk 11 oynadığını gördüm şimdi yanlış söylemiş olmayalım ama hep yedekten gelip oyunu domine ettiğini hatırlarım. Bu konuda Santillana ayrı biridir , biz son dönemlerine yetiştik ama o devasa stadda santillana oyuna girerken yükselen çoşkuyu ben o küçük beynimle TV önünde hissedebiliyordum. Yıllar sonra PVH'un böyle bir misyonu üstlenmesini ve futbolu fenerbahçede bırakmasını çok istedim . Aslında tüm şartlarda müsaitti daum dışında. ( Santillana deyince sevgili king santillana blogunu unutmamak lazım )


Barcelonayı hiç sevmedim , barcelonada oynayan futbolcuların da hiçbirine en ufak bir sempati ve hayranlık hissedemedim. Zubizaretta , Bakero'lu kadrosundan bugünkü iniesta ve messili kadrosuna kadar. Maradona eğer barcelonada devam etseydi bu kadar büyük topçu olur muydu ve ben kendisine hasta olan milyonların içine girer miydim bilemiyorum. Barcelona baştan aşağı kusursuzluk üzerine kurulu bir kibir yığını olarak görünüyor kalbime ve beynime. Çok iyi futbol oynuyorlar , belli periyotlarla oturttukları sistemli takımları nerdeyse makina gibi , takır takır top oynuyorlar . Ama ben sevmiyorum , çok mekanik geliyor deyip kestirip atmak en kolayı ama ben daha da kolayını seçip "sevmiyorum kardeşim" deyiveriyorum işte.


Bir futbolsever olarak dünyaya yayılmış ezeli rekabetlerde taraf tutmak zorunda hissetmem kendimi ama r.madrid-barcelona maçlarında tarafım  faşist dikatatör Franco'nun takımı R.Madrid !!!


not : r.madridin bu galaktikos hallerinden hiç hazzetmediğimi de belirteyim de üzerime güce tapan taraftar yaftası yapışmasın.

9 Nisan 2010 Cuma

görünüm

tebdil-i mekanda ferahlık vardır demiş atalarımız . Ben de sanki deli gibi blog yazıyormuşum gibi tasarım değiştiriyorum. Fakir avuntusu bizimki .

Özgürlük günlerinin ardından

Geçen hafta ancak ikinci gününe gidebildim özgür yazılım günlerinin ,  önceki sene de yine aynı şekilde 2. güne gidebilmiştim. Sadece 2   güne vede ilkini bir iş gününe denk getirirlerse sadece öğrencilerin katılabileceği bir program olur çıkar bu özgür yazılım günleri . Hoş açık konuşmak gerekirse de öğrenciler dışında pek kimsenin ilgisini çektiği de söylenemez. Türkiye de açık ve özgür yazılım kullanımı ve dahası bilinci ne düzeyde bilemeyiz ama bilgisayar kullanımının ne yoğun olduğu kesim olması dolayısıyla özgür yazılımında en yoğun merak edildiği kesim öğrenci kesimi olması normaldir.


Neyse Bostancı-Taksim dolmuşları ve akabinde taksim-dolapdere servisi ile bilgi üniversitesine klasik güzergahımdan ulaştım. Bu sene diğer senelerin aksine sadece ok ile Linux günleri kağıtları yerleştirmekle yetinmemişler girişe bir danışma masası kurulmuş , kağıdaki güvenlik tipimizden okulun elemanı olmadığımızı anlar anlamaz danışmaya yönlendirdi . Adımı ve soyadımı söyledim ve ilginç şekilde ilk söyleyişte soyadımı doğru anladı çocuk ama ben senelerin verdiği alışkanlıkla bir daha söyledim . Bana kartımın salon girişinde basılacağını söylediler. Bilgisayar şenliği dediğin böyle olur işte network kurulur girenin anında kaydını alınır. Okları takip edip salonların olduğu bölüme geldim gerçekten de benim ismimin olduğu kart basılmış masanın üstünde yatıyordu . Kartı boynuma takmayla etrafta masanın üstüne dizilmiş broşürlerden almaya başladım. LKD ( linux kullanıcıları derneği ) bir masa kurmuş arkasında 2-3 eleman hepsinin önünde birer netbook dalmış gitmişler o paket senin bu konsol benim diyerekten. Arkalarına bir kaç afiş serpiştirmişler en güzeli "Bilgisayarınızı getirin Linux kuralı" sloganıydı bence. LKD'nin çaprazında Pardus ekibi görkemli standı ile boy gösteriyordu. Masanın birine 2 bilgisayar koymuşlar diğerine de cd , broşür , sticker tarzı şeyleri. Bilgisayarlardan birinde Pardus 2009.1 diğerinde ise Pardus Kurumsal 2 vardı . Benim için yazılım günlerinin en büyük kazancı da bu masa oldu zaten. Ozgurlukicin.com forumlarında okumuştum bu Kurumsal 2 versiyonu hakkında br kaç satır ama şöyle dünya gözüyle denemek nasip olmamıştı. Muhtelif sefelerde 4-5 defa Pardus Kurumsal 2 versiyonunu kurcaladım. Temiz ve sağlam bir görüntüsü var , KDE 3.5 olmasından dolayı sanırım daha derli toplu görünüyor. Zaten bu KDE linux dünyasının windowsu gibi , habire yeni sürüm çıkıyor ama en sağlam ve iyi olanları bir önceki versiyonları genelde. Neyse Kurumsal 2'yi kurcalarken arkadakilerden birisinin "hadi abi google'dan gelen hatun konuşacakmış" demesiyle irkildim , bana dememişti ama ben de faydasını görmüştüm bu cümlenin.


Salona girip yerimi aldım , hatta bütün ukalalığımla simultane çeviri kulaklığı da almadım. İlk kez google'da çalışan birisi görüyordum. Baya kilolu , hızlı hızlı konuşan ve her dışa dönük amerikalı gibi espri yapmaktan kendini alamayan birisi. Demek ki google da insan yapımı birşeymiş , demek ki zamanında kafayı çalıştırsak biz de yapabilirmişiz bu google'dan . Zaten konuşmanın ana fikri de buydu . İnanın her şeyi yapabilirsiniz tarzında standart bestseller sloganları ile bezenmiş bir konuşmaydı . Ama şunu gördüm ki herşeye rağmen ingilizce dinleme ve anlama kapasitemi muhafaza ediyormuşum . Google elemanı konuşmayı bitirince kalktım , yine pardus standına gidip Kurumsal 2 sürümünü kurcaladım , standa gelen bir kıza bu kurumsal 2 ne zaman çıkacak diye sordum mayıs ayında dedi ve gitti.


Gittim bir kahve aldım ve sonra "Nasıl pardus geliştiricisi olunur" konulu toplantıya girdim . 3 tane pardus geliştiricisi elinde mikrofon arkadaki slayttan bir şeyler okuyordu. Oturup dinlemeye başladım derken konu birden nasıl geldiyse Pardus ve diğer dağıtımlar arasındaki farklar gibi can alıcı bir yere geldi ve ortalardan birisi elini kaldırıp "ya aslında ubuntuya biraz haksızlık ediyoruz" dedi , belki ben biraz geç girdiğimden benden önce ubuntu hakkında birşeyler söylenmiş olabilirdi , konunun nasıl oraya geldiğini anlamaya çalışırken pardus geliştiricileri kısaca ubuntu'nun açık kaynak dünyasında büyük kaykı yapmadıklarını debian dağıtımını allayıp pullayıp kullanıcıya sunduğunu ve popüler bir dağıtım olmanın dışında bir özelliği olmadığını kibarca ifade ettiler. Pardusa yazılım eklemek veya katkıda bulunmak ubuntudan çok daha kolaymış o anda onu öğrenmiş oldum geliştiricilerin söylemlerinden. Ben son kullanıcı olduğum için çok alakadar etmiyor hangisinin python ile daha kolay uyum sağladığı konusu veya benzeri teknik şeyler ama nedense biraz hıncal uluçun "rijkard hoca değil" tarzına yakın "ubuntu da işletim sistemi miymiş" şeklinde çıkış geleceğini hissettiğimden oturduğum yere biraz daha kaykılıp dinlemeye devam ettim. Sonra ordan türkçeleştirme ve açık kaynak dünyasına katkı oranlarına gelince pardus geliştiricileri biraz daha ateşlendi ve bir sürü mail sunucu yazılımlarında I yani büyük ı harfi ile ilgili sorunun kendileri sayesinde çözüldüğünü belirttiler. Kendilerine minnettar olduk bir anda ama o karambolde birisi çıkıp türkçeleştirme oranını sordu cevap %98 olarak geldi , bunun üstüne aynı kişi Mandriva sürümünün türkçeleştirme oranını biliyormusunuz diye üsteledi kimseden ses çıkmayınca suratımıza yapıştırdı cevabı , %100 . Vay anasını Mandriva ( ki eski mandrake olur kendileri ) % 100 türkçeymiş bunu da öğrenmiş oldum. Bu arada ubuntu'yu da dünyada 10 milyona yakın kullanan varmış , Mandriva 3 milyon civarında , Pardus ise 300.000 civarında imiş , bunlar da istatistik merakımdan taşanlar olsun. Bu türkçeleştirme tartışması alevlenince kendimi bir sempozyumda birbirini boğazlama aşamasına gelen sol fraksiyonların ortasında kalmış sade işçi gibi hissettim , pılımı pırtımı toplayıp kendimi tuvalete attım. Çıkıp diğer standları gezdim . Novell Türkiye bir masa koymuş ama kimse yok , sadece cd ler vardı OpenSUSE yeşiliyle kaplanmış hemen 2 tane kapıp çantaya attım. ve akabinde Mozilla'dan gelen elemanın html5 anlatacağı toplantıya girdim . Çok donuk ve karmaşık geldi anlatıcı çıkıp yine Pardus Kurumsal 2'yi kurcalamaya başladım , o sırada birisi gelip bu kurumsal 2 nin ne farkı var diye sordu ve geliştiricilerden birini kolundan tutup karşımıza getirdiler. Yaklaşık 20 dakika pardus niye sunucu yapmıyor , neden kurumsal sürümü daha basit tutmuyor , yönetim paneli olacak mı , thin client pardus yüklü olsa ne güzel olur gibi envani çeşit konuyu konuştuk. Açıkcası bir önceki oturumda ubuntu , mandriva ve pardus kapışmalarından dolayı gıcık kapmış akşam eve gider gitmez pardusa dair ne var ne yoksa hepsini yakacaktım. Ama karşılıklı sobet edince yumuşadım , hak verdim kendilerine ve destek olmak için daha çok uğraşacağımı söyledim. Sonra Nagios tanıtımını izledim , çok hoşuma gitti ama o kadar gelişmiş bir ağ yöneticisi olmak için kendimi fazla yaşlı hissettim nedense. Daha sonra özgürlük için ekibinin oturumuna girdim . Ozgurlukicin.com sitesinin pardus yüklü bir  sunucu'da çalıştığını öğrendim.


Özgür yazılım ve linux üzerine bolca yükleme yapılmış halde bilgi üniversitesinden çıktım ama servisler bitmiş meğer , bari taksiye atlayıp deyip yolun karşısına geçince benim durumumda olan 2-3 kişi daha bulup bir taksi çevirdik öyle çıktık taksime . Tabii her istiklal caddesi ziyaretimde olduğu gibi 2 somun 1 açık 1 şalgam ver elini suat usta tantuni. Tantuni yedikten sonra da istiklal caddesi ayrı bir güzel geliyor insanın gözüne. Bir dahaki Özgür Yazılım günlerine kadar konsoldan paket derlemeyi bilen bir linux kullanıcısı olmayı hedefliyorum .

8 Nisan 2010 Perşembe

change is coming

geliyor

son model ubuntu
çok yakında

1 Nisan 2010 Perşembe

olur mu ?

hiç blog yazanla yazmayan bir olur mu ?