17 Aralık 2009 Perşembe
15 Aralık 2009 Salı
adios carlos
Daha önce yazmıştık , dünyanın gelmiş geçmiş en büyük sol beklerinden birini yedek bırakmak gibi bir şerefimiz vardı fenerbahçe olarak . Ve gün geldi çattı o büyük sol bek terk-i diyar eyliyor. Az buçuk dilim döndüğünce her platformda mümkün olduğunca futbol takımının altyapıdan gelen genç yetenek ağırlıklı kurulmasını hayal ettiğimi belirtmişimdir. Fenerbahçe kulübünün kültürüne de taban tabana zıt bir düşünce yapısı olduğunu bildiğimden "hayal" olarak nitelerim hep , gerçekleşeceğine dair en ufak bir ümidim yok.
Realiteye gelecek olursak Fenerbahçe kulübü her zaman sansasyon ve gösterişin beşiği olmuştur. Ve özellikle internet aleminde sıkca kullanılan jargonlardan olan Futbolda Endüstriyelleşme sürecine en iyi adapte olan kulüplerin başında gelmesi dolayısıyla bu sansasyonun derecesini her sene biraz daha artırarak gözümüze sokmayı başarmıştır. Transfer konusunda başka bir seviye'ye geçiş Ortega transferiydi . Aktif olarak futbol oynayan tabiri caizse emekliliği gelmemiş olan futbolcular içinde arjantin milli takımı gibi en tepedeki 2-3 takımdan birisinden bir oyuncuyu almak gerçekten büyük başarıydı. Avrupa başarısı şusu busu ayrı bir tartışma konusudur ama bu transfer Fenerbahçe'nin transfer liginde hatırı sayılır şekilde basamak zıplamasına sebep olmuştu. Bu basamaklar sonrasında PvH , Alex , Appiah , Anelka gibi hamlelerle pekiştirildi sürekli. Anelkayı bir kenara koyacak olursak bütün bu hamlelerin en şaşalısı Roberto Carlos idi bence.
14 Aralık 2009 Pazartesi
8 Aralık 2009 Salı
7 Aralık 2009 Pazartesi
obama balonu
bütün dünyanın götüne giren şemsiye mr. obama , barış ödülü de verdik hala tık yok. Afganistanta savaş , ırakta savaş orda savaş burda savaş e hani barışa katkılarından dolayıydık ?
5 Aralık 2009 Cumartesi
daum'un üst üste maçları
Sezon başında Daum "onlar hiç 6'da 6 gördü mü" minvalinde bir açıklama yapmıştı. Evet haklıydı onu görmediğimiz gibi böyle 3 maç üst üste mağlubiyeti de görmemiştik pek. Fenerbahçe takımı pamuk ipliğiyle bağlıymış , fena dağıldı kolay toplanacağını da sanmıyorum keza daumun böyle sorumluluk alıp oyuncuları motive edebilecek bir yapısı yok. Takımda gerçek manada "kaptan" lık yapacak bir adam da yok ki , en hırslı adam zamanında yan hakeme "fenerli misin lan.." diye çıkışan emre , güler misin ağlar mısın ?
Resmi site magazin basını mertebesinde topçusunun gece kulübünde içtiği tekilaları sayıyor , dünyanın en büyük milli takımın sol beki 2 tane düzgün top açamıyor , büyük başkan milyon euro saydığı topçuların ruh gibi dolaşmasına değil hakeme sinirlenip şeker komasına girip çıkarak kulüpler birliğinde istifa ediyor ama takım avrupa uefa liginde gruptan 1. çıkıyor evet hala ümit var bence.
guardiola'nın altınyıldız şıklığı
İşim gereği takım elbise ile fazlasıyla haşır neşirim. Adam gibi üstüne oturan bir takım bulmak hep dert olur insana , terziye götürürsün düzelttirmeye ağrı yüzü bir tarafa gider sinir olursun o kadar para verdiğine. Vitrindeki mankenlerin üstüne giydirdikleri takımların arkasından iğneyle ayar çektiklerini gördükten beri satıcıların "abi tam sana göreymiş bu ceket" dediği hiç birşeyi de almıyorum zaten. Neyse geçen hafta el classico ya da bizim bildiğimiz ismiyle r.madrid-barcelona maçını izlerken yine gözüme çarptı , Guardiolayı tanımayan bir kişi bir dergide görse herhalde onu altınyıldız sarar veya kiğılı reklamı için poz veren fotomodel zannedebilir. Barcelonayı oldum olası hatta zubizaretta zamanlarından beri hiç sevmemişimdir zaten bizim gibi 30 yaş üstü bir futbolseverin çöldeki vaha misali ayda yılda bir defa izleyebildiğimiz avrupa kupası maçlarındaki r.madrid'e hayran olmamasını imkansıza yakındır. Ancak hakkını vermek lazım ki Guardiola bu takım elbise seçimleri sayesinde barcelona futbol takımında gözüme sempatik görünmeye başlayan ilk kişi oldu.
Hatta bu konuda suitsociety isimli bir blogda Josep Guardiola's Sytle başlıklı bir konu bile yazılmış. Yani demek ki algıda seçicilik sadece bizde değilmiş. Blog yazarı Guardiola'nın takımlarının özel dikim olduğuna inanıyormuş , bence de mutlaka iyi bir terzinin elinden geçiyor bu takımlar ama sıfırdan mı yoksa seri üretim bir markanın rötuşlarla adam edilmesi mi bilemeyiz taa ki bir magazin muhabiri çıkıp da kendisine sorana kadar . İspanyada magazin muhabiri var mı ? varsa futbol alemiyle ne kadar ilgili acaba ?
Kiğılı'ya Guardiola serisi çıkartmalarını teklif etmeyi düşünüyorum.
30 Kasım 2009 Pazartesi
ağaç yaşken eğilirmiş
Çocuk - yağmursena ve fenerbahçe | izlesene.com
acaba doğru mu yapıyoruz "taraftar" olmayı çocuklarımıza öğretmekle ?
23 Kasım 2009 Pazartesi
21 Kasım 2009 Cumartesi
3-0'ın ardından
3-0 çok net skor , hiç bir mazereti ve savunması olmayacak derecede net bir skor ama yine de insan ilk yarının sonundaki temdit frikiği üç parmak aşağı çarpıp içeri girse ne olurdu diye sormaktan kendini alamıyor.Kendi adıma hiç sevmediğimi her fırsatta dile getirdiğim Emre'nin takımın kurgusunda bu kadar önemli bir yere sahip olmasından rahatsızım.Keşke kendine defalarca şans verilen Selçuk performansıyla onun yerinde olsaydı.Emre sakatlanıp çıkana kadar skor ne olursa olsun maçın piskolojisi fenerbahçenin elinde idi. Emrenin yine yeni sakatlanmasıyla daumun yanlış hamlesi psikolojik ve teknik üstünlüğü beşiktaşa devretmiş oldu.Daumun bazı oyunculardaki saplantı derecesinde ısrarına artık yorum yapmak mantıksız. Bu seçimleri mantıkla bağdaştırma çabaları insanın kendi kendisini harap etmesinden başka bir şeye yaramıyor.Tam olarak ne mevkide oynadığı anlaşılmamış gamsız bir Dos Santosun ortaya çekilip bir başka gamsız futbolcu wedersonun sol kanada alınması bana sorarsanız o anda yapılacak 5. veya 6. hamle olmalıdır.Herkesi kendi mevkisi dışında oynatıp içindeki gizli cevheri keşfetme hayaliyle yanıp tutuşması dauma bir beşiktaş mağlubiyetine mal olduk. Emrenin çıkışı ile yapılacak hamlelerde daumunkini 5. sıraya koyduk peki 1. sırada ne olmalı dersek , M.Topuzu ortaya çekip Kazımı sağ kanada alarak Semihi oyuna sokardım ben. Bu hamle ile belki sağ kanatta Gökhan yalnız kalırdı ama Alexle biraz daha fazla alışveriş yapacak bir Semih sayesinde top Beşiktaş alanına daha çok yığılabilirdi . Bu da Beşiktaşın ilk gol sonrası göreceli de olsa artan orta ve sol kanat bindirmelerini frenlemiş olurdu.Bir sonraki adımsa Dos Santosu çıkartıp Özeri de sol kanada koyarak biraz daha topu çevirip hakimiyet kurabilecek bir takıma dönüşebilirdi Fenerbahçe. Yine de maçı kaybedebilirdi ama en azından biraz daha mantıklı işler yaptıktan sonra yenilmiş olmanın mağrurluğu olurdu.
Lugano gibi bir kaptanın Boboya o vuruşu yaptırması , volkanın kolunu bile kaldırmayıp topun ipne deliğinden geçer gibi kaleye girmesine izin vermesi , İ.Üzülmezin kendini aşıp üst üste bindirmeleri ve Uğur incemanın ofsayttan atıığı gol gibi detayları bir kenara koyarsak koca bir paragraf ve hatta özel bir web sitesi bile açsak yeterli olmayacak konu Alex'in durumu hakkında iki satır karalamazsak olmaz. Koca bir takımın tüm sistemi bir oyuncuya bu kadar endekslenir mi ? Bir takımın/hocanın bir B planı olmaz mı ? Bütün sistem üstüne kurulmuş bir oyuncu biraz sıkı bir markajla böyle kolay sürklase olur mu ? Takımı 1 kişi eksik oynatan bir adama kaç dakika dayanılır ? gibi klişelerden bir demet halinde sorular sıralayabiliriz. ama hiç biri Alex'in varlığındaki ikilemi çözemez. Bu ikilem çözülemeyeceğine göre ksıa vadede Alex'in etinden sütündan maximum derecede faydalanırken uzun vadede de takım içindeki özgül ağırlığını düşürecek hamleler yapılması beklemeliyiz normal olarak ancak işin içinde Daum olduğunu unutmadan hayal kurmak lazım. Benim tercihim her zaman 1 Alex yerine 3 Baroni ile oynamaktır.
not : Sezon başında ne biçim adam dediğim Baroni'den her fenerbahçe lafı geçtiğinde özür dilemek istiyorum
20 Kasım 2009 Cuma
sonbahar kışbahar yazbahar yaz...
ben - sonbahar geldi ya prensesim o yüzden , sonbaharda yapraklar dökülür
y.sena - hıı o yüzden mi soğuk oldu ?
ben - evet prenses
y.sena - peki kışbahar gelince daha mı soğuk olur ?
ben - kışbahar mı ?
y.sena - evet sonbahar sonra kışbahar oluyor ya
ben - sonra ne oluyor peki ?
y.sena - sonra da yazbahar oluyor ya , havuza gidiyoruz ya
ben - evet prenses sonbahar kışbahar yazbahar diye gidiyor sonra denize gidiyoruz
....
.....
hastayım şu çocukların düz ve yalın mantığına...
14 Kasım 2009 Cumartesi
ilk maçın hikayesi
Maçtan önce küçükyalı fenerium a gidip birşeyler alalım dedik , sarı beyaz fermuarlı bir polar beğendim ben ama hanfendi inadı tuttu kollarını bağladı ben bunu beğenmedim dedi ve olay orda bitti.4 yaşında zehir gibi kafası çalışan (ki o yaşlarda çocukların hepsi böyle galiba) bir kızınız varsa kendi selametiniz için o kollarını bağlayıp dudağını büzüştürdüğünde hemen geri adım atın , kazanamazsınız. Ben de böyle yaptım ve tamam sen seç deyip hem didişmekten yırttım hem de psikologların çocuğunuzun kendi kararlarını vermesini teşvik edin tavsiyesine uymuş oldum. O da gitti benim en gıcık olduğum şu fosforlu sarı renk formayı seçti , el mecbur aldık. Bol trafikli ve dur kalklı bir küçüyalı-kadıköy seyahatinden sonra salona ulaştık. Biletimizi aldık ve salona kendimizi attık. Bizim kız ilk defa gördüğü bol gürültülü ve hareketli ortamın şaşkınlığıyla 5 dakika geçirdi , bu süreyi doldurur doldurmaz rakip istanbul ünv.de kafasında sarı bant olan siyahi oyuncunun erkek olduğunu iddia etmeye başladı ve niye herkes (oyuncular) kızken bir tek onun erkek olduğunu her çocuk gibi net ve tatmin edici bir cevap alana kadar sordu. Cevap tatmin etmeyince arkasını dönüp naklen yayın yapan kameraların hakeretlerini izlemeye koyuldu.Devre olunca aşağı indik çikolata ve yedigün alıp bu sefer diğer tarafa geçtik birlikte. İkinci yarı başında tezahüratlara sadece el çırpma ile katıldı , beklediğim gibi 10 dakika sonra yine dikkati dağıldı ve maçı bırakıp koltukların şekillerini sorgulamaya başladı , bir ara saha içinde kenardaki koltuklara gitmek istedi olmaz deyince bir dahaki maça oraya bilet almamı hatırlattı , merdivenler yerine koltuklardan atlayarak inip çıkanlara kızdı , niye merdivenden çıkmadıklarını sordu.Etraftan sıkılınca biraz maçı izledi benimle birlikte, bir kaç defa basketbol demeyi denedi yine sıkılınca yan taraftaki boş koltuklar arasında biraz dolandı ve benim en baştan beri beklediğim şey söylemek için yanıma geldi , "baba ne zaman bitecek bu ?" Emir büyük yerden deyip toparlandım hemen , aşağı indik inerken de annesinin kucağında uyuyan bir bebeğe baktık. Gayet memnun biçimde salondan dışarı çıktık.
Benim açımdan ilk maç deneyimi hiç sıkmadan boğmadan yumuşak bir geçişle atlatılmıştı , bundan sonra adım gibi biliyorum ki sırf devre arasında yediğimiz dido'nun hatırına bile tekrar maça gelmeyi isteyecektir.Yavaş yavaş heyecanı bol ve kalabalık maçlara geçiş için öncelikle bu sene bol bol bayan basketbol ve voleybol maçlarında boy göstermemiz gerekecek ama çünkü 10 dakikada bir nükseten bababensıkıldım rahatsızlığının en kestirme tedavisi salonun dışına çıkmak olacağı için bu imkanı verebilecek dal ve türü seçmeye devam edeceğim. Stada gitmeye daha çok var.
13 Kasım 2009 Cuma
10 Kasım 2009 Salı
rip
oynadığı tek maçı izlemiştim , maratonun migros tarafındaki köşedeydim . P.V.H. izlemenin heyecanıyla gitmiş , bütün tribünce yenen 3 golün hışmını çıkarttığımız enkeye küfürle geri dönmüştük. Ceza sahasına koşu yaparken ayağına topu dolaştıran guizaya gösterilen eşsiz sabrın kırıntıları bile düşmemişti enke'nin payına.NTVspor'da intihar ettiğini söyledi spiker , huzur içinde yatsın.
sosyal ağların ördüğü hayatlar
“Ben” kavramının ağırlığının artması konusuna tekrar dönersek; bu “modern iletişim” yöntemleri hepimize yeni kimlik tanımları kazandırdı aslında. Hepimiz Twitter‘da yaptıklarımızdan, Facebook‘da özel yaşamımızın zenginliğinden bahsediyoruz. Last.fm‘de dinlediğimiz müziklerin kalitesinin, FriendFeed‘de ilgi duyduğumuz konuların biricikliğinin altını çizmeye çalışıyoruz özünde. Yoksa neden oralarda olalım ki?
Sosyal medyada bıraktığımız her iz bir “ben”. Her paylaştığımız kendimiz ile ilgili yeni bir ipucu. Oyun gibi. Yeni bir profil yaratıyoruz, yeni bir “ben” tanıtımı yapmış oluyoruz. Hepsi kendimizle ilgili.
Yazını tamamı http://www.anafikir.com sitesinde Sosyal Medya ve "Ben" başlığı altında bulunuyor. Aslında bu hem ağlarım hem giderim hallerini sevmiyorum , yani hem hayatımızın en temeline interneti koyup sonradan ondan şikayetçi olmak düzgün bir hareket gibi gelmiyor bana. Ama bu düzgün olmayan hareketten de geri kalmıyoruz (m).
3 Kasım 2009 Salı
bilbo'dan bloga
Pardus tarafında kullanılabilecek güzel bir yazılım bilbo blogger , wordpress'in veya blogspot'un detaylı widget,plugin vs. özelliklerinden faydalanmadan en yalın haliyle bir günlük tutup bol düz yazı üzeri az grafik kullanmak isteyenler için gayet yeterli. Misal temelaksoy.com gibi bir blog sitesi sahibi olsam gözümü kırpmadan bilbo kullanırdım. Kendi blogunu tanımlıyorsun , sonra basit bir editör ile yazıyorsun yazacaklarını gönder diyorsun ve işlem bitiyor , hoş normal bir blog arayüzünde fazlası da var ama daha çok masaüstünde fazla çalışıp da arada aklına geldikçe bir kaç satır karalayanlar için (bkz. ben) ideal bir yazılım ancak halen linux tarafında tamamen taşınamadığım için windows kısmında da bilbo olmadığından mecbur firefox veya opera ile blog mesajları gönderiyorum. Pardus hata takip sistemine soap ile ilgili sorunları yazmak istiyorum , bu sorunu halletseler medula sistemine de pardus ile ulaşabilmiş olacağız ki gayet güzel bir gelişme olur .
Aslında bu bilboya iki üç sekme ekleyip hem facebook,hem friendfeed hemi de twitter'a durum mesajını gönderebilecek hale getirseler , tek elden bütün sosyal ağları bağlamış olur üstüne de bloga düğümleyerek verimlilik esaslarını kökünden yerine getirmiş oluruz.Kopete gibi olsun işte.Ben google'ın yerinde olsam wave ile falan uğraşacağıma ilk önce böyle basit bir program yapardım , hoş belki de vardır birileri düşünüp çoktan yapmıştır bile. Vakit olsa şeytan diyor indir 2-3 python kitabı çalış öğren yaz programları çatır çatır ( şeytan senelerdir python diyorda bizdeki tembellik kimsede yok ) .
bu yazıyı da bilbo ile attım bloga
anger is a gift
Until ya mind is locked in
Believin' all the lies that they're tellin' ya
Buyin' all the products that they're sellin' ya
They say jump and ya say how high
Ya brain-dead
Ya gotta fuckin' bullet in ya head
U2 biletleri 1 sene önceden satışa çıktı da bileti hiç satılmayacak olanları neyleyelim ? Her sabah 09:10 civarlarında işyerinde ratm dinlemek gibi bir kurumsal kültür geliştirdim sonuçlarını bir kaç güne almaya başlarım artık.
28 Ekim 2009 Çarşamba
ilk müsamere
Her zamanki gibi fotograf makinasını pillerini kontrol etmeyi unuttuğum için tam benim prensesin de olduğu 4 yaş grubu sahneye çıkacakken simsiyah ekrandaki pil bitmiş uyarısı ile kendime bir defa daha küfür ettim,sonrasında en geleneksel yöntemle pilleri çıkartıp pantolona sürttükten sonra yerlerini değiştirerek tekrar taktım ve bana acıyan makina "hareketli objeyi çekme" seçeneği ile devam edebilmeme izin verdi.
Cumhuriyet bayramı müsameresi olduğu için bol bayraklı bol şiirli geçti diyebilirim , ben küçükken ilkokulda falan bu bayram kutlaması veya birşeyin yıldönümünü anma gibi durumlarda çok tırsardım , saygı duruşunda falan gülerim de öğretmen görürse dayak/fırça yerim diye. Bugünkü gösteride benim prenses perde açıldı gözleriyle şöyle bir tur atıp bizi gördükten sonra ağlamaya başladı bitene kadar durmadı. İnsan hiç ağlamasın çıksın çatır çatır şarkısını söylesin herkesi kendisine hayran etsin istiyor bir tarafıyla ama sonra en nihayetinde daha 4 yaşında bir çocuk deyip içinden salya sümük ağlamak geliyorsa ağlasın deyip kendi içinde işi tatlıya bağlamış oluyor.
Geçen hafta sabah kreşe gitmek için uyandığında "baba beni ne zaman maça götüreceksin" diye sormuştu bu akşam yanıma alıp kızım bu kadarcık bir kalabalıkta heyecanlandıysan maça gittiğimizde ne yapacaksın güzel prensesim diye sorasım geldi ama yine karşımdakinin bir çocuk olduğunu hatırlayıp sustum. İnsan çoğu zaman kendi gibi zannedip karşısındaki çocuğu hizaya sokmaya çalışıyor ya dışardan bakıldığında en komik göründüğü zamanlar bunlar oluyor.
Babalar ve kızları üzerine daha çok yazmak lazım.
25 Ekim 2009 Pazar
osenebuseneşusene...sittin sene
- baroni çok iyi futbolcuymuş , giderek takımın görünmez ama en önemli dişlisi haline geliyor, kendisinden ligin başında ne biçim futbolcu bu dediğim için özür dilerim.
- ilerde tek forvet olarak oynacak adam seçiminde kazım öne mi geçiyor ne ? milli takımın 2 stoperini silkeledi attı resmen
- kendisini hiç sevmediğimi her platformda belirtiğim emre "futbolcu" olarak baya iyi performans göstermeye başladı , pire gibi her yere giriyor koşuyor.
- keita da gerçek gs'lı oldu.
- herşeye rağmen alex de souza ve olmadık toplara uzanan sol ayağı
- keşke bu takıma özer ve semih de dahil olsa
- evet o sene sittin sene
19 Ekim 2009 Pazartesi
temiz doping , üstelik pırıl pırıl
Pırıl pırıl sicili var diye insanın suç işleme hakkı varmıdır ? Ya da hayatta ne kadarlık bir temiz sicil kıdemi bize sınırsız ahlaksızlık yapma imkanı verir ? Fenerbahçe-Efes Pilsen final serisinin 3. maçına karaborsa biletle girmiştim ve maç uzatmaya gittiğinde ulan bu seriyi kaybederiz galiba diye içimden geçirmiştim.Nitekim öyle de oldu , seriyi kaybettik.Aylar sonra bu maçlarda alınan örneklerden doping çıktığını okuduğumda şaşırmıştım , ama daha çok şampiyonluk maçında milli takım oyuncusunun dopingli çıkmasını sıradan bir olay gibi ele alıp sadece avrupa şampiyonasında bölgesinde iyi eleman yok diye kerem gönlümün yokluğuna hayıflanarak bakan medyaya daha çok şaşırmıştım. Aynı maç sonunda alınan numunelerden ikinci oyuncuda da aynı maddeden amma velakin sınır değerin 2-3 birim altında çıkması (ki resmen doping olmasını engelliyor bu değer) da kimseyi şaşırmadı bizden başka herhalde. Fenerbahçenin "lobi ve yaygara özürlü" yönetimi sayesinde bu olay yaa bizim kerem mi , iyi bilirim ben onu pırıl pırıl çocuktur yapmaz öyle bir şey kıvamına geldi çattı. Üstüne üstlük son kupa finalinde bazı efes pilsen taraftarı olmak gibi şuur kaybı yaşamış kişiler tarafından video klip tadında surata takılan maskeler ile allanıp pullanarak masumiyet katsayısına bir kaç puan daha eklendi. Son olarak da büyük siyo Tuncay Özilhan tarafından basın danışmanlarına yazdırılmış bir basın bildirisi ile zeytinyağı kıvamındaki hamleler devam ediyor. 100 yılı geçmiş kulübe 100.yıl kitabı hediye etmekten bahsedebilmek de baya bir cehalet gerektirir.
Gazeteci olsam neyi sorardım acaba diye beyin cimnastiği yapıverdim hemen ; Bir takımdan numune alınan iki oyuncuda da aynı maddenin farklı seviyelerde bile olsa çıkması tesadüf müdür yoksa değil midir ? Röportajlarda düzgün cümleler kuruyor veya maç başına faul ortalaması düşük gerçekleşiyor veya etliye sütlüye karışmayan bir tipi var diye resmen dopingli olduğu tescillenmiş bir oyuncuyu aklamak ve paklamak için federasyondan ceza kurullarına kulüp yöneticilerinden medya asalaklarına kadar bin tane adamın şaklabanlıkta sınır tanımaması hangi spor ahlakına sığmaz da taşar ? Naumoski'nin oynadığı efes ile bu efes aynı takım mıdır ?
*Okuyunuz : Efes Pilsen haddini aşıyor / papazin cayiri
18 Ekim 2009 Pazar
geri sayım
9'da 8'e rekor takıldı kaldı , işimiz rekorlarla değil diye kıvırıyorum.
Gün çoluk çocuğun rızkından kesip maça karaborsa bilet alma günüdür.
* bu sene yine aynı sene
16 Ekim 2009 Cuma
fotograf ritmi
fotograflar http://www.fotoritim.com sitesinden alınmıştır.
13 Ekim 2009 Salı
bittin sen carlos bittin
Bu acaip bir kibir , aziz yıldırımın son senelerde sistemli şekilde geliştirdiği taraftar modelinin kibiri. Derbi maçlarda gs tarafına doğru cebinden çıkardığı banknotu sallayan taraftarın kibiri , daumun 2 sene önce denizlide duvara toslatıp ağız burun dağıttığı halde hala ukalalığından vazgeçmeyen kartlı taraftarın kibiri. Bizim vurulduğumuz zamanlarda içten içe vakur tavırlar barındıran fenerbahçe taraftarlığına sonradan yapışıp çıkmayan kibir işte dünyanın gelmiş geçmiş en iyi sol bekini yedek bırakan takım olmaktan gurur duyuyor. Ben duymuyorum.Eski model fenerbahçe taraftarı yanım direniyor hala.Taa en başından R.Carlosun transfer edilmemesi gerektiğinden girip yabancı kısıtlaması diye sızım sızım sızlanan aziz yıldırımın elindeki kontenjanı nasıl çarçur ettiğinden çıkar ordan da R.carlos gibi adamlara eşşek yüküyle paralar yedireceğimize yarısından fazlası paftan çıkmış hocası da aykut veya rıdvan olan bir takımla ali sami yende gs'yi 3-0'dan 4-3 yeneceğimiz hayali maçı sayfalarca tasvir edebilirim.Ama bunlar bizim dünyanın gelmiş geçmiş en iyi solbekini yedek bırakan takımın taraftarı olmamızla ilgili herhangi fayda veya yarar sağlamaz.Sadece taraftar olarak frençaysing projeleri karşısında ne kadar daha acizleştiğimizi idrak etmemize yarayabilir belki.
12 Ekim 2009 Pazartesi
10 Ekim 2009 Cumartesi
dalga dalga google
Benim anladığım kadarıyla Google internet iletişiminde başka bir seviyeye geçmeyi planlıyor , microsoftun senelerdir passport , live falan diye uğraşıp da davalardan başını alamadığı için belki beceremediği bir şeyi ; insanların bütün iletişim kaynaklarını tek çatı altında toplayarak her yere ayrı nik , şifre avatar ayarlama , durum mesajlarını dinlediği şarkyı falan ayrı ayrı yayınlama derdine son veriyor ( ya da bence verecek diyeyim ). Resmi google blogunda yazdığı üzere "manuel iletişim formlarının bir imitasyonu olan iletişim sistemleri yerine bilgisayarların mevcut yeteneklerini avantaja çeviren yeni bir iletişim sistemi dizayn etsek ne olur acep ?" diye kendilerine sorup önce Walkabout ismini düşünüp sonra da Wave dedikleri dalga'yı beklemeye başladık haliyle . Beta tester için isim yazdırdım ben tabii kaç milyonuncu sırada olduğumu bile sormadım , çıkarsa ne ala çıkmazsa zaten eninde sonunda kullanıcaz. Googlecu abile bu wave şeysinin de açık kaynak kod üzerinde süreceğini böylelikle geliştirici camianın da katılımını sağlamak istediklerini ayrıca resmi blogda belirtmişler.
Bu Wave projesi Google'ın büyük oranda internet tabanlı olarak çalışan bir işletim sistemi ile bilgisayar ve internet alemine kesin darbeyi vurma yolundaki önemli bir adımı diyerekten yazıyı sonu gelmez komplo teorilerine bağlayalım.
3 Ekim 2009 Cumartesi
sundance olsun taştan olsun
Evet böyle bir zaaf oluşmuş bende meğer , sanırım Pi filmini izledikten sonra oldu . Bir filmin kapak resminde sundance logosu görünce sorgusuz sualsiz sepete atıyorum. Grace de böyle oldu , 20 dakikadan fazla bir süre dvd raflarını tavaf ettikten sonra tam kasaya yönelirken kanlı biberon resmine kanıp elime almam ile "bu filmi de almak lazım" ibaresini düşmem bir oldu.
Yaklaşık 4 yıllık baba olduğumdan içinde çocuk ,evlat vs. geçen her şeye karşı özel bir alakam oluştu , mesela şu karabulut cinayetindeki kızın babası yerine koyuyorum kendimi benim başıma öyle bir şey gelse değil mikrofonların önüne çıkmak 2 tane cümle kuracak kadar kafamı toparlayamazdım herhalde. Bir de Irakta amerikalıların esir aldığı bir ıraklı babayı kucağındaki çocuğu ile birlikte dikenli tellerin arasından kadraja alan fotografı gördüğümde dakikalarca kendime gelememiştim.
Neyse bu film daha çok annelik üstüne kurulu , garibim baba ortamı yarı yolda terkediyor ama yine anneliğe , evlat sevgisine garip ve biraz da ütopik bir bakış fırlatmış yönetmen veya senarist artık hangisinin aklına ilk geldiyse. Zaten en temelinden fiziksel bir bağ ile başlayıp duygusal destekle süren anne-çocuk ilişkisinde annenin ne kadar gözü kara olabileceği üzerine suratımıza soru işaretleri fırlatılıyor bolca . Ben payıma düşenleri aldım ve "anne" lerden daha da tırsar hale geldim. Ama babalığın annelikten daha ulvi , çetrefilli ve açıklanamaz olduğu konusundaki ısrarlarımdan geri adım atmış değilim. Bu konudaki düşüncelerimi toparlayıp yazmak istiyorum ama ilk önce Turgenyev'in Babalar ve Oğullar kitabını hatim ettikten sonra ordan zıplayıp en tarif edilmez duygu olan babalar ve kızlarının ilişkisi üzerine ahkam kesecek birikime gelmem lazım ki bu konuda dünyalar güzeli bir yardımcım var.
Sözün özü arşive konulacak bir filmdir , alınıp izlenmesinde fayda vardır diyelim ki teşvik edici olsun biraz.
29 Eylül 2009 Salı
daum'un 7 günahı
İnsan fazlasıyla arada kalıyor , kulüp tarihinde görülmemiş rekorlara koşmak mı ? sahada takır takır top oynamaya çalışıp 1 puana razı olmak mı ? Daumun 2. seçenekle ilgili en ufak bir kaygısı yok çünkü böyle bir derdi de yok. Şablon , hedef ,organizasyon , planlama vs. vs. iş hayatına ait hangi terimi kullanırsanız kullanın hepsinin sonu belli; bu seneyi şampiyon bitirmek. Gelecek seneye daha 1 yıl var , şimdiden plan yapmanın alemi yok.Takıma karakteri olan bir oyun sistemi yerleştirmenin hiç gereği yok , çünkü maçları karakterli oyun değil skorborddaki gol sayısı kazanıyor. Bu yüzden bazı forumlarda fenerbahçeli kullanıcıların Özer beklentisini ifade etmesini üzüntüyle karşılıyorum ben . Benim gönlümden de Özer-Alex ikilisinin top dağıttığı bir orta saha geçiyor ama Daum ile bu sezon bazı türkiye kupası maçları dışında Özeri göreceğimiz şüpheli. Çünkü TRT'de M.Demirkolun dediği gibi Daumun Özerin büyük takım adastasyonun bekleyecek hali yok , dört koldan şampiyonluğa koşmak lazım. Fenerbahçeyi 2 sene üstüst şampiyon yapıp 3.sünü 1 gol farkla kaçırdığı halde kapı dışarı edildiği için çok iyi biliyor ki şampiyonluktan başkası yalan , kim takar gökhanın sağ kanattan bindirmelerindeki ceza sahasına top indirme yeteneğini geliştirmesini ? Kaç oyuncunun kendini geliştirip takım olması 1 şampiyonluğa bedeldir ?
26 Eylül 2009 Cumartesi
altı üstü blog
Blog açarken insan " altı üstü blog ben de yazarım ne var ki ?" diye düşünüyor ama gel gör ki kazın ayağı öyle değilmiş , sağlık ve iş problemleri arasında insan değil blog 3 satır e-posta yazacak fırsat bulamadığı oluyormuş. Bir şey yazamıyoruz bari şekli şemali düzeltelim deyip temayı değiştirebildim.
16 Eylül 2009 Çarşamba
gündüz açtırırsak binelim
taksilerde "gece tarifesi" kalktı , tabii arada fiyatlara da bindirim gelmiş. Böylelikle bitmek tükenmek bilmeyen gecenin 02'sinde istiklal caddesinden enerjisi tükenmiş biçimde taksime çıkıp "lan oğlum dolmuşa 3 kişi o kadar para vercemize taksiye gündüz açtırıp binelim" muhabbetleri ve akabinde gözüne kestirdiği bir taksinin camına eğilip "abi karşıya geçicez gündüz açar mısın" hamleleri son bulmuş oluyor.
Bir devir daha kapandı , zaten patrick swayze de ölmüş dirty dancing öksüz kalmış.
9 Eylül 2009 Çarşamba
atın intikamı veya derenin intikamı ?
intikamlardan intikam beğen ey istanbullu , ey kültür başkentli , ey sel suyuna kapılmış porselen takımları toplayanlara lanet okuyan sıradan vatandaş , kendin ıslah olmadığın gibi derelerin de ıslah olmuyor . Olmayınca da böyle oluyor.
Tedbirsiz olma , arkanı sağlama al devir intikam devri çünkü.
ders alın ders verin futbola can verin
dersimizi aldık , şimdide rahmetli barış manço'dan gelsin
" ali yazar veli bozar keskin sirke küpüne zarar "
8 Eylül 2009 Salı
vahşete çağrı
çık dağa , otları ye , hayvanları avla , hayatın anlamını bul...ve açlıktan ve yalnızlıktan delirerek öl.
bireysel emeklilik taksitlerini kim ödeyecek , kredi kartı ekstrelerini ?
2 Eylül 2009 Çarşamba
kır kalemi kes cezayı
allahım ne olur bir spor sayfasını açtığımda
"emre kendisine verilen 1535 maçlık ceza karşısında şoke olduğunu belirtti.Yakın çevresinden emrenin adam mı öldürdük ne cezası bu kardeşim diye serzenişte bulunduğu öğrenildi.Emrenin cezaya itiraz hazırlığında olduğu bildirildi. "
diye bir haber okuyayım , ne olur şu mübarek ayda duy şu kalpten gelen sesi , dualarımızı kabul eyle.
29 Ağustos 2009 Cumartesi
tutamıyorum zamanı
Film bir güzel sanatlar öğrencisinin uykusuzluk problemine derman olsun niyetiyle bir süpermarkette gece vardiyasında işe başlaması ve buna bağlı olarak hayalgücünün onu nerelere götürdüğü ile ilgili . Bu gidilen yolu çizerken de pek çok kişinin en fantastik hayallerinden biri olan zamanı , mekanı , insanları ve olayları dondurarak içinde gezinme yeteneğini kullanıyor , bunu da bazı sahnelerde komedi bazı sahnelerde drama unsurlarını öne çıkarmak için dengeli kullanınca izlemesi gayet keyifli ve akıcı bir film oluyor.
İnsan bir filmde kendinden parçalar bulunca daha bir hoşuna gidiyor , üniversitede okurken yazın otellerde gece vardiyalarında bolca çalışmış biri olarak o bitmek bilmeyen dakikaları saya saya güneşin doğmasını nasıl beklediğimi hatırladım bu filmi izleyince , ne içtiğim kahvelerin ne de kurduğum hayallerin haddi hesabı olurdu . O nöbetlerde fenerbahçeye kaç avrupa kupası , kaç şampiyonluk kazandırmışımdır ben bile hatırlamam.
Filmdeki favori karakterim market müdürü.
Kısa film tanıtımında geçen güzel cümle
...You give 8 hours...They give you money...
24 Ağustos 2009 Pazartesi
taşlar altında - 2
* görüntüyü gelgidersin.blogspot.com'dan arakladım.
taşlar altında
Maçın gergin ve sert geçeceğini ligleri geçmişten beri takip eden herkes tahmin edebilir. Diyarbakırda zamanında Altay takımına yapılıp da hiç olmamış gibi davranılan olaylar pek unutulur cinsten değildir. Bu maçla birlikte görüldü ki sert ve yıldırıcı oyunu maçın daha geniş süresine yayabilen takımlar fenerbahçeyi baya zorlar. Eskiden sert maçlarda bir tek alex kayıpları oynardı , şimdi christian ve dos santos da eklendi , bir de bunlara aşırı gerginlikten patlama noktasına gelen emreyi de eklersek bir zamanlar pvh ,aurelio zamanında sakinlikten insanı çıldırtan fenerbahçenin yerinde yeller estiğini söyleyebiliriz. Santos ve christian'ı bu maçlık adastasyon kontenjanında değerlendirebiliriz. Ama benim gördüğüm diyarbakırın sert oyunu karşısında ciddi manada oyundan düştükleri idi .
Edu ile ilgili yazarken bahsettiğimiz Lugano-Bilica ikilisini sonunda bu maçta gördük . Bilica her geçen gün insana ulan bu adamı nasıl transfer etmişler hiç mi izlememiş kimse diye sorduruyor. Klişeye girmeden olmuyor ama aynı hataları ve savrukluğu bir önder veya deniz barış gösterse hali nice olurdu. Lugano'yu da sezona iyi hazırlanamadığı için performansı düşük oyuncu kontanjanına atıyoruz ( sınırsız kontenjan var takımda) . Benim ikilim lugano-önder olurdu o bölgede.
Ortada christianın şanssızlığı aurelio gibi birisiyle kıyaslanmaktır galiba. Kötü futbolcu değil ( bence maldonado ve josico da kötü değillerdi aslında) ama herkes orda örümcek gibi her topa adama bacak sokup topu çalan birisi görmek istiyor ne de olsa yapılmışı var. Dos santosun mevkiisini anlayamadım ben , sol bek mi sol açık mı ? orta 5'linin solu mu nedir ? kazımla tartışma riski olmasa herhalde sağ kanada da kayabilir arada sırada. Guizanın hala bu takımda yeri olmadığını düşünüyorum. Semih-Alex-Özer üçlüsü benim sahada daha çok görmek istediğim kombinasyon . Daumun ( aziz yıldırımın) emre ve guizasız kombinasyon kurmayacağını da biliyoruz.
Maçın sonunda daumun 3 oyuncu değiştirmesi acaba dedirtti . Yoksa kadro rotasyonu , yedeklere fırsat verilmesi gibi önemli teknik direktörlük vasıflarını mı kazanmış veya mış gibi mi yapıyor . Bunu ancak kritik bir maçta 80. dakikaya 1-1 berabere girildiğinde anlayabiliriz.
23 Ağustos 2009 Pazar
18 Ağustos 2009 Salı
hoşgeldin yar yüreğime...
gidip gitmediği de tam belli değildi , iyi ki geri döndü mü desek yoksa takımda kaldı mı desek karar veremiyoruz ama uruguay milli takımından sonra fenerbahçe'nin de kaptanlığı yakışır Diego Alfredo Lugano Moreno'ya.
16 Ağustos 2009 Pazar
13 Ağustos 2009 Perşembe
solo
Lester William Polsfuss zatürreden ölmüş , 94 yaşındayken . Dünyada bilinen ismiyle Les Paul yani şu meşhur yuvarlak hatlı , büyük ses/ton düğmeli , en can alıcı soloların atıldığı Gibson Les Paul marka gitarları yaratan adam.
Açık konuşmak gerekirse ben böyle bir adamın var olduğunu ve hala da yaşadığını bilmiyordum , Les Paul markasının Gibson şirketinin pazarlamacıları tarafından uydurulmuş bir isim olduğunu sanıyordum , hiç de araştırmamışım neden bu isim nerde geliyor nereye gidiyor diye .
Toprağı bol , mekanı cennet olsun .
11 Ağustos 2009 Salı
3 güne 1 maç
Halkın sporunu yapan halkın takımını izlemek için 3 günlük yevmiyesini veren halk , bu konuyu klasik ekonomi sayfalarının "mutfakta yangın var pazar filesi dolmuyor" söylemine çekmek istemiyorum ama el insaf yahu 55 tl'ye bilet mi olur ? İnsanlar nasıl gidecek maça , çocuğunu alıp nasıl götürecek "bak oğlum alex şu kafası kel olan var ya sağ tarafa koşuyor o işte" diye oyuncuları nasıl tanıtacak , nasıl takım sevgisi aşılayacak ? Çok şükür iyi sayılabilecek bir gelirim var ama ben her maç bu parayı veremem , ancak büyük maçlara ayırırım ( ki onlar daha da pahalı olacak kesin ) hakkımı.
İnternet ortamlarında çokca dile getirilen ve bazı yazarlar ile yöneticiler tarafından çok kullanılan bir söylem de " ee barcelona , r.madrid gibi kulüpler gibi olmak istiyorsak bu paraları vermek lazım , r. carloslar öpücükle gelmiyor" . Temel sorun da burda zaten azınlıkta olsak bir kısım fenerbahçeli var ki takımda r.carlos oynasın istemiyor altyapıdan daha çok semihler çıksın istiyorlar, sahada sarı-lacivert çubuklu formanın ne demek olduğunu bilen insanlar olsun istiyorlar , ama onlar azınlıkta hem de giderek nesli tükeniyor...evet tükeniyoruz ve meydan 55tl'lik fahiş bilet fiyatına "gayet makul" diyenlere kalıyor.
10 Ağustos 2009 Pazartesi
edu'yu yollarken
Önder ısrar edilirse stoper olarak aşama kaydeder diye düşünüyorum ama sorun önderden çok daumun onda ısrar edip etmemesi ve yönetim-taraftar-basın şeytan üçgeninin bu ısrarın arkasında durup durmaması , aynı şekilde g.antep'ten gelen bekir konusunda bir fikrim yok ama basın ve taraftarın sabır gösterip anadoludan gelen futbolcunun kendini geliştirmesini ve istanbul takımı psikolojisine geçmesini bekleyeceğini sanmıyorum.
Bu sebeplerden sanırım yine transfer döneminin son dakikalarında bir kaç menejerin cebini dolduracak şekilde , bilmemne oylamasında yılın futbolcusu seçilmiş (!) birilerini alıp hızlı şekilde takıma monte edecek fenerbahçe . Sonra da bütün sene yabancı sınırlaması ve 70 milyonluk ülkede stoper yetişmiyor kardeşim argümanı ile geçer gider.
Yolun açık olsun kendi kalesine en çok gol atan stoper...edu...
twitter çökmüş neyime
9 Ağustos 2009 Pazar
hirvonen
hirvonen finlandiya rallisini kazanınca "gençliğimin idolleri ari vatanen ve hannu mikola'nın yarıştığı bu ralliyi kazanmak çok güzel" gibi birşeyler söylemiş . Can evimden vurdun be hirvonen , bu satırların yazarı lisede okul sıralarına Ari Vatanen yazardı , sene 1990 diyeyim de gerisini anlayan anlasın , rallilerden nasıl bu kadar uzağa düştüm anlamadım tekrar toparlanıp takibe başlamam lazım.
ari vatanen kimdir ? diye soracaklar için arivatanen.com , arivatanenrally.com
dünya ralli şampiyonasını takip etmek isteyenler için wrc.com
uçan finliler : 1.Ari Vatanen 2. Mikko Hirvonen